Travmatik Bir Çocukluğun Gölgesinde Yaşamak: Güz Sonatı

Şeyma Diş

Şeyma Diş

Travmatik Bir Çocukluğun Gölgesinde Yaşamak: Güz Sonatı

1978 yapımı bir Ingmar Bergman filmi olan Güz Sonatı, tıpkı Bergman'ın diğer fimleri gibi yoğun psikolojik konular ve derin anlamlar içeriyor. Görünüşte oldukça sade gözüken film, aslında yorumlanması ve açığa çıkarılması istenilen bir mesaj bırakıyor izleyicisine. Bergman'ın Güz Sonatı filmde ise ele aldığı konu bir anne-kız ilişkisi. Ebeveynlerimizin ve onlardan gördüğümüz tutum ve davranışların bizleri ilerleyen yaşantımızda ne derecede etkilediğine artık hepimiz az çok aşinayız. Bazen geçmişten kalan, hatta kendi hafızamızca bile unutulmuş bir anı veya bir söz biz farkında olmadan travmatik bir hale dönüşmüş ve kendini orada senelerce gizlemiş olabiliyor. İlk doğduğumuz andan itibaren bakım verenlerimizle geliştirdiğimiz ilişki, yetişkinlik dönemimizde kuracağımız ilişkilerimizi, düşünce sistemimizi, kendimize güvenimizi ve bakış açımızı oldukça etkiliyor. Hem hatırladıklarımız hem de çok geçmişe gömdüğümüz anılarımız hayatımızın herhangi bir noktasında, bazen çok alakasız zannettiğimiz durumlarda bile gün yüzüne çıkabiliyor. Tozlanmış anılarımızın üzerlerini sildiğimizde ise çocukluğumuzla karşılıyoruz ve o günden bugüne kurduğumuz ilişkilerimizin nasıl şekillendiğini görüyoruz. İşte Güz Sonatı da, tam olarak bu noktaya değiniyor ve bir annenin tutumunun, kurulamayan o güvenli bağın, gösterilemeyen şefkatin küçük bir çocuğun yetişkinlik hayatını ne denli etkilediğini gösteriyor bizlere.
relate-banner

Filmdeki anne figürü olan Charlotte, oldukça başarılı ünlü bir piyanisttir. Kendini müziğe ve kariyerine adamış Charlotte aynı zamanda kendisiyle olabildiğince ilgili, bakımlı ve gösterişli bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Eva ve Helena ise onun sürekli ihmal ettiği ve en son yedi sene önce gördüğü kızlarıdır. Ciddi bir hastalığa sahip olan Helena'yı, ablası, annesinin yıllar önce yatırdığı bakım evinden alıp, yanına getirir. Aynı zamanda Eva kendinden yaşça büyük bir papazla evlidir. Yıllar sonra, annesinin hayat arkadaşını kaybettiğini öğrenen Eva, onun oldukça üzgün ve yalnız olduğunu düşünerek Charlotte'yi uzun süre kalması için yanlarına çağırır. Leonardo'yu yeni kaybetmiş ve kendiyle baş başa kalmış olan Charlotte de Eva'nın teklifini kabul eder. Filmin ilk sahnelerinde, yıllardır görüşmeyen anne ve kızın birbirleriyle özlem gidermesini ve heyecanlarını görüyor gibi olsak da, aslında her iki tarafın da bastırmaya çalıştığı tedirginliği ve uzaklığı hissedebiliyoruz. Özellikle, Charlotte'nin Helena'yı, hastaneye yatırdıktan yıllar sonra ilk kez gördüğü andaki korkusunu ve Helena'nın hasta olduğu için söylemeye çalıştıklarını anlayamayıp Eva'dan yardım istemesinde dahi anne ve kızın arasındaki uçurumlara şahit oluyoruz.

Anne ve kız ilişkisine girmeden önce Charlotte'nin karakterine baktığımızda, başarı konusunda olan obsesyonlarını, bencilliğini ve mükemmeliyetçiliğini görüyoruz. Aynı zamanda Charlotte'nin bir kayıp ve yas sürecinde olmasına rağmen bu yası inkar ederek hep güçlü durma çabasına da şahitlik ediyoruz. Tıpkı bu üzüntüsünü ve yas sürecini inkar ettiği gibi Charlotte, Eva ve Helena'dan dolayı hissedebileceği ufacık bir suçluluk duygusunu veya vicdan azabını da reddedip, inkar ediyor. Ta ki Eva, bir gece aldığı alkolün de etkisiyle içinde biriktirdiği bütün öfkesini ve üzüntüsünü annesine boşaltana kadar. Bu aşamada filme Eva'nın yaşadıklarından bakarak, ikisi arasındaki bu uzaklığın sebebine indiğimizde, sevgisizlik ve şefkat kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Sürekli turnelerde olan, çocuklarını daima ihmal eden ve sevginin nasıl gösterileceğini bilmeyen bir annenin karşısında kalmış kırılgan, narin bir kız çocuğu olarak karşımıza çıkıyor Eva.

Bağlanma stillerine baktığımızda Eva'nın güvensiz bağlandığını ve bu durumun onun evlilik hayatı dahil tüm kararlarında etkili olduğunu görüyoruz. Sağlıklı bir anne-kız ilişkisi geliştiremeyen Eva, annesinden göremediği şefkati ve sevgisizliği, sevilmeye değer olmadığıyla eşleştiriyor ve kendi karakterini kabullenemeyip sevilebilmek ve kabullenilmek için annesi gibi olmaya çabalıyor. İlk sevgi kaynağı tarafından sevilmeme duygusu Eva'da "Hiçbir zaman kimse tarafından sevilip kabul görmeyeceğim."algısını oluşturuyor. Bu düşünce yapısından dolayı yaptığı evlilikte de sağlıklı bir bağlanma stili geliştiremeyip, kaçıngan bağlanma stiline kayarak duygularını aktarabilme konusunda zorluklar yaşadığını görüyoruz. Sevginin ne demek olduğunu bilemediği için, sevme konusunda yeteneksiz olduğunu söyleyip sevgiyi şekillendiremediğine şahit oluyoruz. Sürekli annesi tarafından terk edilmesi ve ihtiyaç duyduğu anda o anne figürüne ulaşamaması, Eva'nın annesine dahi kaçıngan bir tavır sergilemesine neden oluyor. Çocukluk anılarından bahsederken aylar sonra turneden dönen annesini ne kadar özlemiş olmasına rağmen, ona mutluluğunu gösterememesi ve annesine sarılmak yerine ondan kaçması tam olarak bu kaçıngan durumu yansıtıyor. Ayrıca filmde, Eva'nın annesine piyona çalma sahnesinde bile annesiyle ciddi bir kıyaslama ve rekabet halinde olduğunu görebiliyoruz.

Eva'nın annesine olan hayranlığı ve onu daima ulaşılmaz bir figür olarak görmesi bize aynı zamanda Elektra Kompleksini hatırlatıyor. Sürekli annesiyle bir yarış halinde olması ve yalnızca annesi kadar başarılı, güzel ve alımlı olabilirse kabul göreceğini düşünmesi Eva'yı kendi benliğinden uzaklaştırıp, annesine karşı da gizli bir kıskançlık ve nefret duygusunun oluşmasına neden oluyor. Bu konuda annesinin de tutumunu göz önüne alacak olursak, Eva'nın dış görünüşünden yeteneklerine ve oturup kalkmasına kadar birçok özelliğini eleştirdiğini ve memnuniyetsizliğini dile getirdiğini görüyoruz. Eva'yı onca işinin ve kariyer planlarının arasında bir anda gelmiş istenmeyen bir çocuk olarak görmesi Eva'da onarılması zor hasarlar bırakıyor.

Diğer bir konuysa, Eva'nın kendinden oldukça büyük ve otoriter bir figürü eş olarak seçmesi. Bu durumun temellerine baktığımızda aslında film bize oldukça ipucu veriyor. Eva'nın annesinden çok sürekli babasıyla vakit geçirmesi, tıpkı babası gibi bir eş seçmesine neden oluyor. Annesiyle olan tartışmasında aslında Eva'nın daha önceden aşkı yaşadığını, hatta hamile kaldığını ve bu birlikteliğin annesi tarafından onaylanmayıp kürtaja zorlandığını da öğreniyoruz. Eş seçiminde de yine annesi tarafından onaylanmayan Eva, bu defa daha risksiz, duygularına yer vermeden, zaten gerçek benliğinin sevilmeyeceğini düşünerek heyecan aramaksızın tekdüze bir ilişkiye yöneliyor. Evliliklerinde de, duygularını ifade edemeyen Eva'nın bu halleri eşine de yansıyor ve kocasının kendisini gerçekten sevip sevmediğini dahi sorgular halde buluyor kendini. Evlilikleri her ne kadar huzurlu ve sakin görünse de, aslında film bize burada sevgisizliğin yarattığı o büyük boşluğu ve sessizliği bir kez daha gösteriyor. Sevgiye dair bir söz, bir hareket veya davranış olmadan yalnızca sessiz ve sakin bir ilişki Eva'nın daha da kendi içine kapanmasına neden oluyor.

Filmin başlarında Eva'nın annesini perişan halde bulacağını düşünerek annesinin göstermediği merhameti ona şimdi verebileceğine inanması, annesini gayet umarsız gördüğünde tam tersine dönerek bastırılmış bir nefretin açığa çıkmasına neden oluyor. Annesinden göremediği vicdan azabını, ona içindekileri kusarak hatırlatmaya ve hissettirmeye çalışıyor. Bu yüzleşme sahnelerinde Charlotte' "Annemin ve babamın bana dokunduklarını hatırlamıyorum bile. Ne şefkatli ne ceza için. Sevgiyle alakalı ne varsa habersizdim. Şefkat, dokunma, mahremiyet, samimiyet. Duygularımı gösterebilmenin tek yolu müzikti. Beni de anla, bana şefkat göster." cümleleriyle savunuyor kendini. Bu aşamada Charlotte'nin de çocukluğuna iniyoruz ve ailesinden göremediği ne varsa aynı ebeveynlik tutumunu kendi kızına aktardığını anlıyoruz. Bu noktada travmatik bir çocukluğun iki ucu olduğuna değinecek olursak, birincisi Charlotte'nin seçtiği gibi yaşadığı sevgisizliği devam ettirmek, ikincisi ise Eva'nın seçtiği gibi ebeveynlerinden gördüğü sevgisizliği kendi çocuğunda telafi etmek. Eva'nın kaybettiği oğlunun yasını yaşama sürecinin de sağlıklı ilerlemediğini ve sevgisizliğini tek doyuracağı kaynağını da kaybetmiş gibi hissettiğini görüyoruz. Anne ve kızın birbirleriyle yüzleşmesinden sonra, Charlotte'nin yine aynı davranışını tekrar ederek Eva'yı ve Helena'yı terk ediyor ve bu terk ediş bize sanki vicdan azabından bir kaçış gibi gözüküyor. Ancak filmin son sahnesinde annesinin Helena için söylediklerini duyduğumuzda yine hayal kırıklığına uğrayıp, annesinin aslında vicdan azabından çok uzakta olduğunu ve ona çocukluğunda ekilen bu sevgisizlik tohumlarının hala devam ettiğini görüyoruz. Eva'nın ise hala içinde nefret ve pişmanlık olarak iki duyguyu besler halde olduğunu ve bu hislerin bir türlü dengelenemediğini görüyoruz.

Güz Sonatı bize aslında gördüğümüz ebeveynlik tutumunun, ihtiyaçlarımızın karşılanmasının ya da cevapsız kalmasının, sevginin ve şefkatin ne denli önemli olduğunu bir kez daha çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Sevgisizliğin ve çocuklukta gösterilmeyen o merhametin etkilerinin yetişkinlikte devam ettiğini ve birçok noktada açığa çıktığına değiniyor. Filmi Eva'nın tüm hikayeyi özetleyen ve oldukça derin sözleriyle bitiriyoruz: "Bir anne ve kızı. Duyguların, karışıklığın ve yıkımın ne korkunç bir kombinasyonu."


Benzer yazılar

Kaygı Kaynaklı Olabilecek 8 Davranış

Hepimizin geçmiş deneyimlerinden ötürü geliştirdiği ve bazen başkalarına tuhaf gelen davranışları olabiliyor. İşte kaygı kaynaklı olabilecek sekiz davranış!

7 Toksik Aile Davranışı

’Çünkü ben öyle istiyorum!’’ Aile içinde görülebilen 7 toksik davranış biçimi bu yazımızda!
Aşk, Büyü, Vs. - Ümit Ünal (2019)

Yaşanamamış Bir Hayatın Rüyası: Aşk, Büyü, Vs.

Birbirine aşık iki kadının toplumsal tabular sebebiyle nasıl birbirlerinden ayrı düştüklerini anlatan duygu dolu bir film.
Negro - Cristina Troufa

Tehdit ve Bakım Kaynağı Aynı İnsan Olduğunda - Düzensiz Bağlanma

Bağlanma stillerinin çok popüler olmayan ancak belki de anlaşılmaya en çok ihtiyaç duyan türü: düzensiz bağlanma. Detayları yazımızda.
We Need to Talk About Kevin - Lynne Ramsay (2012)

Bir Anne-Oğul Çatışması: We Need to Talk About Kevin

Hazırlıksız annenin, oğlu Kevin ile bağ kuramamasını anlatan bu film, istenmediğini hisseden çocuğun neler yapabileceğini gösteriyor.
The Meal - Alex Gross (2016)

Bağlanma Stilleri ve Ayrılık Sonrası Davranışlar

Eğer ayrılmayı isteyen ve ilişkiyi bitiren taraf biz değilsek ayrılık sonrası kısa dönemde davranışlarımızı neler belirler?
Last Night in Soho - Edgar Wright

Karanlık Nostalji: Last Night in Soho

Film, 1960’lı yılların Londra’sında nostaljik bir rüyanın ardındaki zehirli dünyayı anlatıyor. Geçmişin travmaları bugünü nasıl etkiliyor?
The Perks of Being Wallflower- Stephen Chbosky (2012)

Travmalar ve Ait Olma İhtiyacı: Saksı Olmanın Faydaları

Saksı Olmanın Faydaları çocukluk döneminde travmatik deneyimleri olan Charlie’yi ve bunların onun hayatındaki etkilerini konu alıyor.
Yellow Bird- David Hettinger

Travma Geçmişi Olan Ebeveynler

Yaşanan travmatik olaylar kişilerin davranışlarını doğrudan etkileyebiliyor. Peki, bu travmalar kişinin ebeveynliğini nasıl etkiliyor?
Druk - Thomas Vinterberg (2020)

Tehlikeli Bir Alkol Deneyi: DRUK

Yaşamanın keyfini unutmuş orta yaş krizindeki dört öğretmenin içlerindeki coşkuyu bulmaya çalışma öyküsünü anlatan bir Danimarka filmi.

footer