Alkol aldığınız zamanlar kendinizi daha iyi ifade ettiğinizi, öz güveninizde artış olduğunu fark etmişssinizdir. İçinizden geldiği gibi, tüm cesaretinizle konuşursunuz. Hatta ikinci diliniz varsa o dilde bile kendinizi çok daha rahat ifade ettiğinizi fark edersiniz. Bazen yargılanmayı umursamadan dans eder, belki sabah pişman olacağınız “saçma” hareketlerde bulunursunuz. İşte bunun peşinden yola çıkan Norveçli Psikiyatrist Finn Skarderud’un ortaya attığı teoriye göre, insanların kanında doğuştan 0.05 oranında alkol eksikliği var. Tam da bu yüzden Skarderud, bu eksikliği gidermek için güne başlamadan içilen birkaç kadehin insanı rahatlatacağı, içlerindeki öz güveni ve çoşkuyu bulacaklarını savunur.
Another Round, orijinal dilinde DRUK, Skarderud’un teorisini test eden dört öğretmenin alkolle “yaşamayı” tekrardan keşfetmesini anlatıyor. Thomas Vinterberg’in yönettiği, başarılı oyuncu Mads Mikkelsen’in başrolü üstlendiği bu film; anlam arayışı, varoluşsal krizler, monotonluk, yalnızlık ve cesaret kavramlarına farklı bir perspektiften bakıyor. İnsanın içini ısıtan ve cesaretini artıran bir anlatımla alkolü neden ve nasıl içtiğimizi sorgulatıyor.
Ne alkol kültürünü kutlayan ne de alkolü yerden yere vuran bir film Another Round, çok ince bir çizgide başarılı bir şekilde yürüyor. Olabilecek durumları ve farklı seçimleri verip seyirciden kendisinin bir seçim yapmasını bekliyor. Hatta film Kierkegaard’ı da baz alarak içki üzerinden kırgın bir felsefe sunuyor. Bu yüzden film, Kierkegaard’ın “Gençlik nedir? Bir rüya. Aşk nedir? O rüyada gördüğün şey.” sözüyle başlıyor ve filmin içinde de alıntılarına yer veriyor.
Film, bir tür neşeyle açılış yapıyor; gençler göl etrafında koşarken alkol tüketme yarışması yapıyorlar. Alkolün getirdiği coşku ve neşeyi, devamında da alkol tüketimini dizginlemeye çalışan bir grup öğretmeni görüyoruz. Martin’i ise gençlerin sınava hazırlandığı ve bu yüzden üstlerinde büyük baskı hissettiği bir dönemde, sıkıldığı her halinden belli olan hevessiz ve isteksiz bir şekilde ders anlatan öğretmen rolünde izliyoruz. Sadece öğrencileriyle olan ilişkisi değil, ailesiyle olan ilişkisinin de pek parlak olmadığı aşikâr. Çocuklarıyla zar zor iletişim kuran, aynı zamanda gece vardiyasında çalışan eşiyle kopuk bir ilişkisi olan bir adam Martin. Onun da kendinden şüphe ettiğini karısına “Ben artık sıkıcı biri miyim?” sorusunu sorması ile anlıyoruz. Hatta bu durum öyle bir noktaya geliyor ki öğrenciler ve aileleri Martin’i şikâyet ediyor. Film bize Martin’in sıkışmışlık duygusunu derinden hissettiriyor ve bu yüzden iplerin kopabileceğine dair sinyaller alıyoruz.
Bunun üzerine film hızını, dört arkadaştan biri olan Nikolaj’ın doğum günü yemeğinde artırıyor. Martin dışındaki herkes yemeğin keyfini yaşarken ve birbirinden özel içkileri denerken, Martin soda içmekte ısrarcı oluyor. Onun gerginliği ve sıkıcılığı karşısında arkadaşları Martin’i öz güvensizliği ve hevessizliğiyle yüzleştiriyor ve ona eski Martin’i hatırlatmaya çalışıyorlar. Martin bu yüzleşme karşısında gözünden yaş akmasına engel olamıyor. Bunun üzerine ona alkol içmesi için Skarderud teorisinden bahsediyorlar. Martin alkolün etkisiyle güzel geçen gecenin ardından çaresizliğini gidermek için bir umut, derse başlamadan alkol alıyor. Bundan sonrası, dört öğretmenin bu teoriyi gerçekten test etmeye kalkışması oluyor. Rapor yazmaya, kendilerini Churchill, Ernest Hemingway gibi isimlerle karşılaştırmaya ve kendilerine alkol içmek için mantıklı sebepler bulmaya başlıyorlar. Hatta bir noktada, kaygılı bir öğrencisine, sınavdan önce alkol içmeyi öneren öğretmen Peter’i görüyoruz. Ders başlamadan alınan alkolle beraber öğretmenlerin öz güveni sayesinde dersler heyecan ve coşkuyla doluyor. Pür dikkat öğrenciler, yaratıcı şekillerde anlatılan dersler, tek ses olan korolar ve başarıyla bitirilen maçlar... Hatta bu durum sadece dersle de kalmıyor, Martin evdeki iletişimini de değiştirmeye çalışıyor. Filmin hatırı sayılır bir bölümü boyunca, alkolle ilişkilerinin nasıl değişeceğini merak etmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Tabii her şey olduğu güzellikte ve heyecanda kalmıyor, aynı alkol miktarında da. Kurallar değişiyor ve birkaç kadeh, çok daha fazlasına evriliyor. Alkole olan toleransları arttığı için istekleri de çığ gibi büyüyor. Bu yüzden öğretmenlerin teker teker alkolizme doğru yaklaşıyorlar. Martin’in eve sarhoş gelmesi sonrasında çocuklarından birinin “Baba son zamanlarda hep sarhoş değil misin zaten?” demesi aslında bu durumun fark edildiğinin, dozunun çoktan kaçtığını gösteriyor.
Martin çok sevdiği ve ilişkilerini düzeltmek için uğraştığı karısından ayrılma sürecine giriyor. Beden eğitimi öğretmeni Tommy ise yaşadığı varoluşsal krizlerini alkolle çözemediğini de anlayınca çözümü hayatına son vermekte buluyor. Cenazenin ardından üç öğretmenin tam da Tommy’nin yapacağı gibi kutlamaya gitmesi, Martin’in karısından aldığı “ben de özledim” mesajı bizi hüzünlü bir mutluluğa sokuyor. Martin o içine sığmayan heyecanını, yüzündeki küçük gülümsemeyle gösteriyor. Film bize birçok duyguyu aynı anda yaşatıyor.
“What A Life” şarkısıyla beraber doyasıya içilen alkoller, gençlerle dolan canlı sokaklar, yaşamın tüm coşkusu ve Martin’in uzun zamandır beklediğimiz o efsane dansıyla yönetmen Vinterberg bize unutulmaz bir final yaşatıyor.
Hayatının ortalarında, keyif ve heyecan peşinde koşan bir genç gibi değil de hayatın rutini içinde kaybolan biri olmanın hüznünü yaşayan öğretmenlerin “Bu monotonluğu nasıl kırarız ve bu hüzünden nasıl kendimizi kurtarırız?” sorusuna cevap aradığı bu film, çözüm olarak alkolü deneseler de aslında çözümün ne olursa olsun hayatta olduğunu fark etmek ve dayanılmaz yaşama isteğine ayak uydurmak olduğunu gösteriyor kanımca. Alkolle ortaya çıkan potansiyellerimizin alkole değil bize ait olduğunu bilmenin ve küçük deneyimlerde mutluluğu aramanın yaşamanın kendisi olduğunu da ekliyor.