
Ancak, yalnızlık objektif bir ayrı olma halinden ziyade algısal bir soyutlanma olarak değerlendiriliyor. Başka bir deyişle, kişinin yalnız olması için illa ki çevresindeki herkesten uzakta olması gerekmiyor. Bu durum sosyal ağın nicel veya nitel olarak yetersiz olmasından ziyade insanın kendisini yalnız hissetmesi durumu. Yalnız olmak kişinin etrafında insanlar olmasından bağımsız olarak hissettiği bir duygu ve tamamen kişinin kendi algısıyla ilgili. 2007 yılında yapılan uzun süreli bir araştırma bunun için güzel bir destek oluşturuyor: Kişinin kendisini yalnız olarak algılaması, sosyal çevrenin boyutu ve sosyal aktivite sıklığından bağımsız olarak, bilişsel gerileme ve Alzheimer riskini arttırabiliyor.
Bunun yanı sıra, yalnızlık algısı genel bilişsel performansı azaltıyor ve sosyal tehditlere karşı daha hassas olmayı getiriyor. Yalnız hissetmek insanları; hayvanlar, teknolojik aletler, kutsal veya doğaüstü varlıklarla antropomorfizm (insan olmayan canlılara ve/ya cansız varlıklara insan özellikleri atfetmek) temelli sosyal bağlar kurmaya itebiliyor. Yalnızlık algısı o kadar güçlü bir etkiye sahip ki katılımcılara sadece deneysel manipülasyonla gelecekte yalnız kalacakları söylendiğinde, ortada henüz gerçek bir yalnızlık olmamasına rağmen bu kişilerde hem bilişsel hem de davranışsal olarak değişimler gözlemlenebiliyor. 7 gün boyunca dokuz kere rapor verilerek yapılan bir çalışmada ise, kendilerini yalnız hisseden bireyler kendilerini sosyal olarak bağlı hisseden bireylere göre sosyal etkileşimlerini daha olumsuz ve daha az doyurucu olarak değerlendiriyor. Bu şuna işaret ediyor: Kendisini yalnız hisseden bireyler, durumları daha olumsuz algılayarak daha olumsuz duygu ve etkileşimlere sürükleniyor ve bu da kısır bir döngüye sebep oluyor.
Bununla beraber güncel araştırmalar gösteriyor ki, yalnızlıktan kaynaklanan sosyal acı diğer bireylerle olan bağların zayıfladığına işaret ediyor; bu sayede de insanları yeni bağlar kurmak ve halihazırda var olan bağlarını tamir etmek için motive ediyor. Bu yönden yalnızlık algısının sosyal acı vasıtasıyla olumsuz sosyal bilgilerin erişilebilirliğini arttırdığını ve bir nevi sosyal açlık veya susuzluk hali yarattığını söyleyebiliyoruz.
Yürütücü işlevleri bir insanın sosyal standartlara veya kişisel hedeflerine uyabilmek için dikkatini, bilincini, duygularını ve davranışlarını kontrol edebilme kapasitesi olarak tanımlanıyor. Örneğin, katılımcılara dinleme görevi verilen bir deneyde yalnız hisseden bireylerin dikkatlerini kontrol altında tutma seviyelerinin yalnız hissetmeyen bireylerden daha düşük olduğu bulunuyor. İnsanlara gelecekte yalnız kalacakları algısını aşılamak bile otokontrol seviyelerinin düşmesine ve olumsuz, depresif, gergin veya agresif bir ruh haline girmelerine sebep olabiliyor. Hatta, yalnız hisseden bireyler düzenli egzersiz yapmaya ve karşılarına çıkan makul zorluktaki matematik problemlerinde dikkatlerini toplamaya bile daha az meyilli oluyorlar.
Yukarıda bahsettiğimiz bütün bu çalışmalar gösteriyor ki insanlar yalnız hissettiklerinde bu sosyal boşluğu doldurmak için bilişsel güçlerini kullanıyorlar. Dünya onu algılayabildiğimiz kadar olduğu için, insanlar bu dünyanın içinde kendi gerçeklerini kendileri yaratıyorlar. Gerçek kelimesi akla nesnelliği getiriyor olsa da aslında bir o kadar da öznel olduğunun farkına varmak ve yaşadıklarımızı anlama ve algılama yöntemlerimizi bu bilgi ışığında yenilemek uzun vadede hayat kalitemizi güçlü bir şekilde değiştirecektir. Eğer yalnızlık duygusunu yoğun bir şekilde hissediyorsanız Relate uygulamasında bulunan "Yalnızlık Hissiyle Baş Etme" yolculuğunu deneyebilirsiniz. Bu yolculuk ile birlikte var olan bağlarınızı güçlendirebilir veya yeni ve sağlam bağlar kurma yolunda bir adım atabilirsiniz. Yalnızlığınızı daha iyi tanımanıza ve anlamanıza yardımcı olacak teorik ve pratik bilgilere ulaşabilirsiniz.