Özür dilemek henüz gelişim çağında öğrenilen ve sağlıklı ilişkiler kurabilmek için ebeveynler tarafından özellikle vurgulanan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Özür dilemek ve özür kabul etmek konusunda sorunlar yaşayan bir çocuk; aile, okul ve arkadaş çevresinde sorunlar yaşayabiliyor. Öte yandan kimi zaman özür dileme davranışının aslında sorunları çözmediğine ve çok da gerekli olmadığına dair bir düşünce geliştirildiği için özür dileme davranışı ertelenebiliyor ya da hiç gerçekleştirilmeyebiliyor. Özür dilemenin etkisinin abartılıp abartılmadığını araştırmayı amaçlayan bir çalışmada ikili gruplar halindeki yetişkinlere güven temelli bir oyun oynatılıyor ve taraflardan birinin karşı tarafın güvenini kasti olarak kırması isteniyor. Ardından mağdur tarafa kendisinden özür dilenirse karşı tarafı ne derece affedebileceği ve o kişiye tekrar güvenip güvenemeyeceği soruluyor. Alınan cevaplar, özür dilenirse her şeyin eskisi gibi olabileceği doğrultusunda olsa da mağdurların özür dilendikten sonra karşı tarafı tam olarak affedemedikleri görülüyor ve tekrardan oynatılan güven oyununda karşı tarafa eskisi kadar güvenmedikleri gözleniyor. Deney sonunda yapılan röportajlarda ise mağdur taraflar karşı tarafın özürlerini samimiyetsiz ve stratejik bulduklarını ve bu nedenle de eskisi gibi hissedemediklerini belirtiyorlar. Yani her özür aynı sonucu vermeyebiliyor. Özür dilemesi gereken kişilerin yaşadığı problem genellikle özrün içeriğinden ziyade özür dileme niyeti ile ilgili oluyor.
Doğru bir özür telafi çabası, pişmanlık ve samimiyet gibi unsurları içeriyor. Bunlara ek olarak, kişilerin en çok zorlandığı kısım karşısındaki kişiye ve hatta kendisine "Ben suçluyum." cümlesini söyleyebilmesi oluyor. Tatmin edici bir özrün gerekliliklerini yerine getirirken bu zorlukların üstesinden gelme konusunda kişilerin karşılaştıkları 3 aşamalı bir bariyer bulunduğu görülüyor.
- Mağdur kişiyi ve ilişkiyi gözden çıkarılabilir görmek.
- Özür dilemenin kişinin kendi itibarını zedeleyeceğine inanmak.
- Özür dilemenin işe yaramayacağını düşünmek.
Özür dilemenin önündeki bir diğer engel de empati yoksunluğu olabiliyor. Kişi, karşısındaki kişinin neden incindiğini ve kendisinden tam olarak ne beklendiğini fark etmediğinde özür dilemeye de yatkın olmuyor. Bu bilgiye dayanarak yapılan araştırmalar ise aralarındaki bağın daha zayıf ve empati seviyelerinin daha düşük olduğu ikililerin birbirlerinden daha az özür dilediklerini gösteriyor.
"Özür dilemeye gerek var mı?" sorusuna cevabı evet olan birey, ikinci engel olan kendi itibarını zedeleme kaygısıyla yüzleşiyor. Bir insana zarar vermiş olmak toplumda "iyi" bir insanın sergileyeceği bir davranış olarak algılanmıyor. Özür dilemenin doğası gereği, çevresince itibar sahibi ve iyi olarak anılan bir kişi için suçu kabul etmek ve dile getirmek zorlu bir süreç olabiliyor. Kişi toplumsal kimliğinin zedelenmesinden ve kendisine "Ben iyi bir insan değil miyim?" sorusunu yöneltmekten endişe edebiliyor. Bu durumda birey karşısındaki kişi ve ilişkileri hakkında son derece endişeli olsa da benlik saygısı bu endişenin önüne geçiyor. Bunun yanında, bireyin bir kötülük yaptığını kabul etmesi kendisini eskisi kadar iyi biri olarak görmesine engel olabildiği için suçu kabul etmemesi de olası oluyor.
Öz güveni daha düşük olan ve daha kırılgan kişiler de aynı şekilde özür dilemekten kaçınıyor. Bu noktada kaçınma ya da yüzleşme davranışının sergilenmesinde en önemli faktörler öz şefkat ve öz farkındalık oluyor. Öz şefkati ve öz farkındalığı yüksek, kendini olduğu gibi kabullenebilen insanlarda özür dilemekten kaçınma daha az gözleniyor çünkü bu kişiler suçu kabul etmenin onları kötü biri yapmayacağının farkında oluyorlar. Bu noktada benlik saygısı ile ilgili kaygı duymayan birey ise üçüncü ve son engel ile karşılaşıyor: "Özrüm bir şeyi değiştirecek mi?". Bireyler özür dilemeleri gerektiğinde özür dilemenin iyi sonuçlarından çok, oluşturabileceği kötü sonuçları görmeye meyilli oluyorlar. Bu sebeple de karşılarındaki kişinin onları reddetmesi ya da özürlerinin bir işe yaramaması kaygısı aldatıcı derecede yüksek seviyede oluşuyor. Mağdurun daha ılımlı ve barışmaya daha niyetli gözüktüğü durumlarda ise bu aldatıcı illüzyon ortadan kalkarak karşı tarafın özür dileme ihtimalini oldukça artıyor.
Özür dilemenin suçun kabul edilmesi, mağdurun karşı tarafa olan kızgınlığının ya da kırgınlığının azalması, suçlu tarafın mağdurun gözündeki yerini geri kazanması ve mağdurun affetme isteğini artırması gibi kurtarıcı özellikleri olduğundan bahsettik. Fakat her özür aynı etkiyi yaratmayabiliyor. Kapsayıcı ve kendini savunma amacı olmayan bir şekilde özür dilemek karşı taraf için çok daha tatmin edici olabiliyor. Bu konuda bahsedilen kapsayıcı özür; telafi niyetini gösterme, suçu kabullenme, pişmanlık ve samimiyet gibi unsurları içeren özürken, savunmacı özür ise bu unsurlardan bazıları eksik şekilde dilenen özür oluyor. Örneğin kapsayıcı bir özür "Seni kırdığım için özür dilerim, o sözleri söylememem gerekirdi. Bu davranışımdan dolayı gerçekten çok pişmanım ve bundan sonra çok daha dikkatli olacağım." gibi bir cümle olabilecekken savunmacı bir özürde "Özür dilerim ama sen de bu konuda…" diye devam eden herhangi bir cümle duyulma olasılığı yüksek oluyor. Konu üzerine yapılan bir araştırmada, kaçıngan bağlanma stiline sahip kişiler arasında, karşı tarafı zaten gözden çıkarılabilir olarak algılamalarından ve kurulan empati bağının daha zayıf olmasından dolayı savunmacı şekilde özür dilemenin çok daha yaygın olduğu görülüyor. Narsisistik düzeyde benmerkezci bireylerde ise kapsayıcı özür dilemenin benlik saygısının zedelenmesi ihtimali nedeniyle oldukça nadir olduğu gözleniyor.
Günün sonunda doğru özür dileyebilmek ve özür kabul edebilmek ilişkiler için önemli bir yapı taşı. Bu sebeple diğer pek çok konuda olduğu gibi farkındalık ve öz şefkat konusunda adımlar atarak özür konusunda da epey yol katetmek mümkün oluyor. Ancak tüm bu süreci etkileyen bir diğer faktörü de unutmamak da fayda var: zaman. Tam anlamıyla affetmenin ve affedilmenin zaman içerisinde yerine oturduğunu unutmamak ve bu konuda pek de hızlı sonuçlar beklememek gerekiyor.