Belki daha önce iş mülakatlarında"En büyük zayıflığınız nedir?" sorusunu duymuşsunuzdur. Kişilerin bir kısmı bu soruya "Mükemmeliyetçi olmam." diye cevap veriyor. Peki mükemmeliyetçiliğin güçlü bir yön olması gerekmez miydi?
Mükemmeliyetçi kişiler, hayatı başarılar ve başarısızlıkların sıralandığı bir karne gibi görüyorlar ve bu bakış açısı hayatlarının birçok alanında geçerli oluyor. "Sağlıklı" mükemmeliyetçilik kişinin kendi kendisini motive etmesini sağlarken mükemmeliyetçilik aşırıya kaçtığında sağlıksız bir hal alıp kişiyi mutsuz bir yaşama sürükleyebiliyor. Bu kişiler, bir yandan kusursuz işler çıkarırken bir yandan da çok yüksek standartlara sahip oldukları için "ya hep ya hiç" düşünce tarzını benimsemiş olabiliyorlar. Araştırmalar, "Yaptığım iş ya kusursuz olacak ya da tamamıyla bir hayal kırıklığı olacak." düşünce tarzının bu kişilere yüksek seviyelerde stres, kaygı ve tükenmişlik sendromu yaşattığını gösteriyor.
Mükemmeliyetçi kişiler daha uzun saatler pes etmeden çalışabiliyorlar ve başladıkları iş ile daha içli dışlı oluyorlar. İş hayatı tarafından bakarsak bunun olumlu bir özellik olduğunu söyleyebiliriz. Fakat aynı kişiler işe olan bu bağlılıkları yüzünden yukarıda da saydığımız psikolojik sorunları yaşamaya başlayabiliyor ve işkoliklik ya da depresyon da bunlara eşlik edebiliyor.
Araştırmalar, mükemmeliyetçiliği iki ana gruba ayırarak inceliyorlar. Bunlardan ilki "mükemmeli arayan mükemmeliyetçiler" diyebileceğimiz aşırı yüksek standartlara sahip olan grup. Bu kişilerin sadece kendilerinden değil, etrafındakilerden de beklentileri yüksek oluyor. Diğer grup ise "başarısızlıktan kaçınan mükemmeliyetçiler". Bu kişiler koydukları yüksek hedefleri karşılayamama ile ilgili devamlı bir korku ve kaçma içinde oluyorlar. Onlar için "başarısız" olmak, başkalarının saygısını kaybetmek anlamına geliyor. Bu sebeple de iş yerinde ilk grup olan mükemmeli arayan mükemmeliyetçilerin daha çok faydası olduğu görülüyor.
İş yerindeki performansa dönecek olursak mükemmeliyetçi olmak ve iş yerindeki performans arasında iyi ya da kötü herhangi bir ilişki bulunamıyor. Hatta bazı durumlarda bu kişilerin mükemmeliyetçi olmayanlardan "daha kötü" performans sergiledikleri rapor ediliyor. Bunun sebebinin bir işi kafalarına çok takıp o iş "kusursuz" olana kadar onun üstünde çalışmaları ve diğer görevlerini ihmal etmeleri olabileceği düşünülüyor.
Bir bütün olarak ele alırsak sonuçlar mükemmeliyetçi olmanın iş yerinde yapıcı olmadığını gösteriyor. Çünkü mükemmeliyetçilik, uzun vadede hem kişinin kendisine hem de içinde bulunduğu organizasyona zarar veriyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir işi sahiplenmeleri, motivasyonlarının yüksek olması her ne kadar faydalı olsa da devamında gelen tükenmişlik ya da depresyonun zararları daha büyük ve kalıcı olabiliyor.
Bu sonuçlar yöneticilerin fazla mükemmeliyetçilik gösteren adayları elemeleri gerektiği anlamına gelmiyor. Bunun yerine potansiyel sonuçların farkında olarak bunları nasıl hafifletebileceklerini ve bu kişilerin olumlu yanlarını nasıl ön plana çıkarabileceklerini düşünebilirler. Örneğin, bir mükemmeliyetçiye durmadan işinin teslim tarihini hatırlatmak yerine işten bağımsız olan ve ona iyi gelecek aktiviteleri hatırlatabilirler. Böylece oluşabilecek stres ve kaygının önüne geçebilirler.
Son yıllarda giderek artan mükemmeliyetçi çalışan grubunu doğru şekilde yönetebilmek ve önlemler almak iş yerleri için öncelikli olmalı. Mükemmel olmak yerine "yeteri kadar iyi" olmanın teşvik edilmesi, hem organizasyon hem de çalışanlar için daha sağlıklı olacaktır.