Takım büyüklüğü ve üretkenlik arasındaki ilişkiyi araştırmak için bilinen en eski girişim, Fransız mühendislerin deneyleri ile birlikte yaklaşık yüz yıl kadar öncesine uzanıyor. Birkaç basit halat çekme yarışında, şu anda Ringelmann Etkisi olarak bilinen fenomen, ekip büyüklüğü arttıkça insanların çabalarının hızla azaldığını gösteriyor. Bu deney ilk yapıldığında sekiz kişilik bir ekibin, dört kişilik bir ekip kadar sert çekmediği fark ediliyor ve ardından ekip büyüdükçe ekip üyelerinin çabayı koordine etmesinin zor olduğu öne sürülüyor.
A. Ingham ve üç meslektaşı 1970'lerde Ringelmann'ın deneyini tekrarlamaya karar veriyorlar. Ringelmann'ın deneyinin kopyası neredeyse aynı sonuçlar üretirken deneyde yapılan ufak değişiklikler (diğerleri farkında olmadan, bazı öğrencilerden sadece ipi çekiyormuş gibi yapmaları isteniyor) ile daha farklı bir sonuca varılıyor. İnsanlar, daha büyük bir ekibin parçası olmaları ya da kendilerini daha büyük bir ekibin parçası olarak düşünmeleri sebebiyle daha az çalışıyorlar. Böylece üç kişinin çalıştığı, üç kişinin ise kaytardığı altı kişilik bir takımda gerçekten ipi çekenlerin, daha önce üç kişilik takımlarda yaptıkları kadar çaba sarf etmedikleri gözleniyor.
Ingham ve meslektaşları aynı zamanda da Ringelmann'ın ilk başta düşündüğü gibi, çaba kaybının koordinasyon eksikliği ile açıklanamayacağını gösteriyor ve sosyal kaytarma (ekip üyelerinin sonuçla ilgili daha az sorumlu hissettikleri için çabalarını azaltması) sorununu ortaya çıkarıyor.
Sosyal kaytarma, sosyal psikolojide sık gözlemlenen fenomenlerden biridir ve koordineli bir şekilde çalışan farklı becerilere sahip insanlar da dahil olmak üzere her türlü ekipte gözlemlenebilir. Halat çekme deneyinin yeniden canlandırılmasından bu yana, zorlu bir problem hakkındaki beyin fırtınası ya da bir jüri ekibinin derecelendirmeleri gibi karmaşık görevler de dahil olmak üzere, çeşitli görevlere dayalı olarak sosyal kaytarma üzerine en az 80 adet başka çalışma yayınlandı. Bu deneyler dahilinde, araştırmalar insanların dört veya en fazla beş üyeden oluşan takımları tercih etmelerinin en efektif tercih olacağını gösteriyor. Dörtten düşük herhangi bir sayı etkili olamayacak kadar küçük olarak görülürken beşten büyük takımlar ise verimsiz olarak nitelendiriliyor.
Bu tür çalışmaların eksik yanı ise bazı görevlerin dört veya beş kişi tarafından temsil edilenden çok daha büyük bir beceri seti gerektirdiği durumlarda, her zaman görev çeşitliliğinin hesaba katılmamış olması oluyor. Ayrıca, bazı kişilerin liderlik özellikleri bakımından büyük ekiplerin yönetiminde diğerlerinden daha yetenekli olması da değerlendirilmiyor. Ancak daha küçük ekiplerin genellikle daha iyi olduğu ve diğer tüm koşullar eşit olduğunda ekiplerin, görevlerinin gerektirdiğinden biraz daha az üyeye sahipken performanslarını optimize etme olasılıklarının daha yüksek olduğu bu çalışmaların en büyük öğretisi oldu.
Mevcut ekibinizin boyutunu küçültmek bir seçenek değilse sosyal kaytarmayı önlemek veya bununla mücadele etmek için nasıl bir yol izleyebilirsiniz? Hiçbir şey yapmamak bu durumda bir çözüm olmayabilir çünkü kaybetme riskini aldığınız ekip üyelerinin en zayıf olanları değil, en yüksek performans gösterenler olma olasılığı yüksek. Özellikle de ödül sisteminiz ortalama ve en yüksek performans arasında yeterince ayrım yapamıyorsa en iyi performans gösterenleriniz motivasyonunu kaybedecek ilk kişiler olabilir.
Seçeneklerden biri, karmaşık bir görevi, ekibin her üyesinin işin bir kısmından sorumlu olduğu yönetilebilir parçalara bölmektir. Bu aslında artık bir ekip değil, herkesin çıktısını koordine etmek için oluşturulmuş tek bir merkezi figüre sahip bir çalışma grubu. İkinci bir seçenek ise bir aciliyet duygusu yaratmaktır. Etkili ekip çalışmasının anahtarı şaşırtıcı derecede basit: İnsanların yeteneklerinin yeterli olması koşuluyla, yapılması gereken tek şey onlara kendilerinden bile daha fazla önemseyecekleri bir şey vermektir. Ancak pek de uzun vadeli ve tutarlı bir çözüm olmadığı ortada. Üçüncü olarak, daha zayıf ekip üyelerinin, ekibin düşük performans göstermesinden orantısız bir şekilde sorumlu hissetmelerini sağlamak olabilir. Dördüncü bir seçenek, geri bildirim mekanizmasını açarak daha fazla şeffaflık sağlamaktan geçer. Örneğin, 2007 yılında Cambridge Üniversitesi Tekne Kulübü tartışmalı bir deneye imza attı. Her hafta spor salonlarının iç kapısında yalnızca performans sonuçlarını değil, hemen yanında koçluk ekibinin öznel değerlendirmelerini kapsayan beş sütunlu bir sayfa da yayınladılar. Kaytaranların ortaya çıkması, beklenen sonuçların verimi açısından önem kazandı. Ancak günümüz kurumları arasında bu kadar şeffaflığa izin verenler parmakla gösterilecek kadar az.