
Peki psikolojik rahatsızlıklara has etiketler nereden geliyor ve insanlar farklı psikolojik sağlık engellerini nasıl yorumluyorlar?
Psikolojik problemler yaşayan kişilerin birtakım özelliklerinin toplum tarafından algılanışı etiketlenme ile sonuçlanabiliyor. Psikolojik problemlerin nasıl algılandığı kontrol edilebilirlik ve istikrar olarak iki başlık altında inceleniyor. İstikrar, bir rahatsızlığın değişebilirliğine ilişkin beklentileri ve tedaviye yanıt verme konusundaki inançları yansıtıyor. Kontrol edilebilirlik ise bireyin çevresel veya biyolojik etkenlere dayanmayan davranışları ile ilgili beklentilerini ve bunun sonucunda kişiyi suçlama ve kaçınma konusundaki tutumlarını temsil ediyor. Yapılan araştırmalar sonucu kaçınma ve suçlama davranışlarının kontrol edilebilirlikten kaynaklandığı bulunuyor. Yani, psikolojik rahatsızlığı olan birinin aslında "eğer isterse" davranışlarını kontrol edebileceğini düşünmek o kişiyi suçlamaya ve ondan kaçınmaya yol açabiliyor. Eğer problemin o kişinin elinde olmadığını düşünürsek daha az kaçınma davranışı gösteriyoruz. Çalışmalar, etiketlemenin problemden probleme farklılık gösterdiğini buluyor. Bir araştırmaya göre; kokain bağımlılığı, psikotik rahatsızlıklar ve AIDS en sert şekilde etiketlenirken depresyon ve kanser gibi klinik bulgular daha iyi huylu patolojiler olarak algılanıyor. Bunların kaynağında sosyal normların ve yerleşmiş stereotiplerin yattığını görüyoruz.
İki tür etiketleme bulunuyor. İnsanların genel olarak psikolojik rahatsızlığı olan kişilere verdiği tepki toplumsal etiketleme olarak adlandırılırken psikolojik rahatsızlığı olan kişilerin kendilerine karşı yönelttikleri ön yargılar bütününe öz-etiketleme deniyor. Hem toplumsal hem de öz-etiketleme; stereotipler, ön yargılar ve ayrımcılık olmak üzere üç bileşenden oluşuyor. Sosyal psikologlar, stereotipleri bir sosyal grubun çoğu üyesi tarafından öğrenilen sosyal bilgi yapıları olarak tanımlıyor. Sosyal bilgi yapıları olmasının sebebi ise bu yargıların bir grup üzerinde kolektif olarak kararlaştırılmış kavramları temsil etmelerinden kaynaklanıyor. Aslında birçok kişi, farklı gruplar hakkındaki stereotipleri bilmesine rağmen, bu yargıların çoğu zaman geçerli olmadığını düşünüyor. Ancak ön yargılı kişiler, bu olumsuz klişeleri onaylayıp bunun sonucunda olumsuz duygusal tepkiler üretebiliyor. Ön yargılı tutumlar genellikle olumsuz bir tavır içeriyor ve bunlar etiketlenmiş gruplara öfke ve korku gibi duygusal tepkilerle yansıyabiliyor.
Ön yargı, psikolojik problemler ile mücadele eden kişilerin yardım almasının engellenmesine ve sağlık hizmetlerinin yerini ceza ve adalet sisteminin almasına yol açabiliyor. Korku, kaçınmaya yol açarak rahatsızlığı olan kişilerin işe alınmamasıyla dahi sonuçlanabiliyor. Bu problemler ile mücadele eden kişilerin kendilerine dönük ön yargıları da ayrımcılığa yol açabiliyor. Araştırmalar, kendini etiketleme ve başkaları tarafından reddedilme korkusunun, birçok kişinin fırsatları değerlendirmemesi ile sonuçlandığını gösteriyor. Böylece kişiler kendi gelişimlerini baltalıyor. Yani bu üç basamaklı model etiketleyici tutumları incelerken bilgi birikimini, bunların duygusal sonuçları olan ön yargıları ve ön yargının dışavurumu olarak ayrımcılığı odağına alıyor.
Etiketlemenin anlaşılmasına yönelik çalışmalar, insanların gruplaşma ve dış grupları etiketleme eğilimlerinin kültürel geçmişimizin bir parçası olduğunu öne sürüyor. Zihinsel sağlık problemleri; tutumlar, davranışlar, genel kültürdeki göstergeler, ayrımcı politikalar sebebiyle etiketlenmeye devam ediyor. Çocuklar ve ergenler söz konusu olduğunda ebeveynler genellikle çocuklarının psikolojik ve zihinsel rahatsızlıklarından sorumlu tutuluyor veya kınanıyor. Çocukları etiketlemek, çevreleri tarafından kınanma riski de ortaya çıkarabiliyor. Bunun dışında küçük çocuklar, zihinsel ve psikolojik rahatsızlıklar kavramları hakkında sınırlı bilgiye sahip oldukları için bu durumları genellikle zeka geriliği veya fiziksel hastalıkla karıştırıyorlar. Bununla beraber akranlarından veya yetişkinlerden gördükleri olumsuz tutumlar, zaman içinde çocuk ve ergenlerin de etiketleme davranışında bulunmalarına sebep olabiliyor.
Etiketleme, ebeveynlerin zihinsel problemleri çocuklarıyla konuşmasını engelleyebiliyor fakat ebeveyn ve çocuk arasında bu iletişimi kurabilmek, hastalıkların anlaşılması ve kabul görmesi açısından önem taşıyor. Genel olarak etiketleme, akıl hastalığı konusundaki açıklığı sınırlamayla beraber, gerekli tedavilere erişimi kısıtlayarak finansal ve yasal yardımların öncelikten düşmesine sebebiyet verebiliyor. Ancak akıl sağlığı bozuklukları olan çocukları, ergenleri ve ebeveynleri fark etmemenin ve onlara tedavi ulaştırmamanın oldukça olumsuz sonuçları olabiliyor. Bu nedenle de etiketlemeyi azaltmaya yönelik çalışmaların öncelik haline getirilmesi gerekiyor.
Psikolojik rahatsızlıklarla mücadele eden kişilerin, durumlarıyla ilgili olumsuz yargılarla karşılaşmaları oldukça sık ve çeşitli yollarla olabiliyor. Bu kişiler başkalarının onları reddetmelerinden veya onlardan korkmalarından çekinebiliyor ya da hastaların kendilerine yönelik duygusal tepkiler gösterebiliyorlar. Yalnızca "farklı" olmaları dahi kendilerini kötü hissetmelerine neden olabiliyor. Yapılan bir araştırma, bu gibi teşhisler alan kişilerde sosyal desteğin oldukça olumlu etkileri olduğunu gösteriyor. Yani, kişilerin sosyal çevresinin özellikle de hastalık başlangıcında tedaviye dahil edilmesinin ve hastaya yeterli sosyal desteğin verilmesinin önemli olduğu görülüyor.