Evrimsel süreçte hayatta kalmak ve neslimizi devam ettirmek için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri bir çeşit ödül mekanizmasına kaydediyoruz. Bu mekanizma ödül ile karşılaştığında dopamin hormonunun salgılanmasına sebep oluyor. Dopamin yoğun istek, heyecan, coşku, odaklanma gibi karakteristik özellikleriyle ödülü sürekli elde edilmek istenen bir hedef haline getiriyor. Bağımlılık tam bu noktada, bir ödüle tekrar tekrar ulaşma isteğiyle insanı bir döngüye sürüklüyor. Fakat söz konusu ödüle ulaşma motivasyonumuz tercih etmekle vazgeçememek arasındaki geniş spektrumda yer alıyor. Yani aslında her insan basit düzeyde bir şeylere bağımlı: alkol, aşk, fazla yemek, kumar, uyuşturucular, cinsellik…
Peki birçok bağımlılık negatif ve kötü algılanıyorken, hatta yasadışıyken "aşkından ölmek" algımızda nasıl pozitif yer edebiliyor? Aşkın bir ödül olarak kodlanmasının en önemli sebebinin, diğer hayvanlarla karşılaştırdığımızda çok daha geç gelişen ve daha uzun süre bakıma muhtaç olan çocukların bakımı ve korunması için ailenin bir arada kalma gerekliliği olduğu düşünülüyor. Üstelik aile kurumu devletler ve kültürler tarafından sürekli olarak destekleniyor. Kahramanlarının aşktan yataklara düştüğü (aslında ileri derece obsesyon belirten) anlatılar her ülkenin masallarında yer buluyor. Sonuçta sevgi bir bağımlılık yerine çok güçlü ve onaylanan bir bağlılık olarak algımızda yer ediyor.
Ancak bakıldığında uyuşturucu etkisindeki bir insan ile aşık bir insanın beyninde aynı nörofizyolojik süreç işliyor. Örneğin, aşkın ilk evrelerinde aktif olan reseptörler kokain kullanırken aktive olanlar ile aynı veya orgazm sırasında salgılanan serotonin birçok uyuşturucudan daha etkili kabul ediliyor. Kumar bağımlılığı gibi sosyal ödül sistemini harekete geçiren diğer davranışsal bağımlılıklar da aşk bağımlılığıyla aynı karakteristikleri taşıyor. Dolayısıyla aşk doğası gereği bağımlılık potansiyeli olan bir eylem.
Peki fizyolojimizi ve psikolojimizi düzenleyen, iyileşmemizi hızlandıran, en güçlü uyuşturuculardan daha fazla mutluluk hormonu salgılatabilen aşk hangi noktada yıkıcı, hatta ölümcül olmaya başlıyor? 2011'de yapılan bir araştırma, cinayetlerin %10'unun kurbana "aşık olan" biri tarafından işlendiğini gösteriyor. Amerika'da yapılan bir araştırmada toplumun %3-10'unun sağlıksız bir ilişkide olduğu, üniversite öğrencilerinin arasında bu oranın %25'e ulaştığı bulunuyor. Sevgi deneyiminin sağlıklıdan patolojik olmaya geçtiği nokta keskin değil ancak ilişkinin sağlıklı bir bağlılık mı tehlikeli bir bağımlılık mı olduğu aşağıdaki sorularla incelenebiliyor:
- Partnerler kendilerine gerçekten değer veriyor mu?
- İlişki, partnerleri geliştirmiş mi? Dışarıdan değerlendirildiğinde daha iyi, güçlü, çekici, duygusal veya başarılılar mı? İlişkiye bu sebeple değer veriyorlar mı?
- Partnerler diğer insanlarla güçlü ilişkilere ve ilişki dışında da ilgi alanlarına sahipler mi?
- İlişki, partnerlerin hayatlarından soyutlanmış bir yerde olmaktan ziyade ikisinin de hayatına entegre mi?
- Partnerler birbirlerinin gelişimleri için heyecanlı mı yoksa bu durum kıskançlık mı yaratıyor?
- Partnerler aynı zamanda arkadaşlar mı?*
Peki bu tarz ilişkileri daha çok kimler yaşıyor? Narsistik veya borderline kişilik bozukluğuna sahip olan insanların bağımlı ilişki yaşamaya daha meyilli olduğu saptanıyor. Bu kişilerde obsesif düşünceler ve dürtü bozuklukları da gözlenebiliyor. Ayrıca kişilerin bağlanma türlerine bakıldığında kaygılı bağlanma türüne sahip insanların, güvenli veya kaçınmacı bağlanan insanlara göre, patolojik ilişkiler kurmaya daha yatkın oldukları biliniyor.
Bağımlılık olarak adlandırabileceğimiz bu durumu durdurmanın yolları da mevcut. Bağımlılığın anormal beyin aktiviteleri sonucu oluştuğunu savunan bazı bilim insanları, medikal müdahalenin, kişiye yararlı olacağı durumlarda (örneğin Stockholm sendromu gibi koşullarda) kullanılabileceğini savunuyor. Burada önemli nokta tıbbi ve sosyal desteğin kişinin özerkliğine hiçbir zorlama olmadan ve şiddet uygulanmadan gösterilmesi. Kişisel boyutta ise gerçek sevginin sahiplenici bir motivasyonla doğmadığının, karşılıklı saygıya dayandığının, koşulsuz olduğunun ve sevgiyi hayatta tutabilmek için çaba sarf edilmesi gerektiğinin farkında olmak sevginin bir bağımlılık haline gelmesini engelleyebiliyor. Hesap yapmadan, partnerinizin sizi kurtarmasını beklemeden, koşulsuz ve bağımlılıktan uzak bir motivasyonla sağlıklı sevebilmek ancak kendimizi bu deneyime açmakla mümkün. Çünkü aşık olmak istemsizce gerçekleşse de aşkı nasıl yaşayacağımız bizim kararımız. Bu yüzden amacımız sevgiyi yok etmek ya da hayatlarımızdan çıkarmak değil onu hayatlarımıza bizi iyi yönde değiştirecek ve kişisel alanlarımızı kısıtlamayacak şekilde entegre edebilmek olmalı.
* Bu sorular Peele ve Stanton'ın 1975 basımlı Love and Addiction kitabının 83. sayfasından alınıp çevrilmiştir.