
Travmatik bağlanma kavramı, Stockholm şehrinde meydana gelen bir banka soygununa dayanıyor. Bu banka soygunu sırasında çalışanlar esir alınıyor. Fakat araştırmacılar, esir alınan bireylerin esir tutuldukları süre boyunca soygunculara karşı duygusal bağ geliştirdiklerini gözlemliyor. Esir tutulan kişilerin yaşadıkları bu duruma "Stockholm sendromu" adı veriliyor. Stockholm sendromu her ne kadar travmatik bağlanma kavramı ile ilişkilendirilse de travmatik bağlanma genelde istismar ve şiddet döngüleri içeren ilişkilerdeki ikili bağlanma sürecine işaret ediyor.
Travmatik bağlanmanın genellikle istismara veya şiddete maruz kalan kişinin kendini giderek güçsüz, çaresiz ve savunmasız hissettiği bir güç dengesizliğini ve sürekli olmayan bir istismarı içeren ilişkilerde geliştiği görülüyor. Fakat travmatik bağlanmadan daha detaylı bir şekilde bahsetmeden önce, travmatik bağlanmanın gelişimine sebep olan döngüden bahsedelim.
Genelde toksik ilişkilerde, çiftler için tetikleyici olabilen bir deneyim yaşandığı zaman partnerler arasındaki gerilim artıyor. İstismar uygulayan kişi, bu tetikleyici durum yüzünden partnerini suçlayabiliyor ve deneyimlediği gerilimi fiziksel veya duygusal şiddete başvurarak dışa vurabiliyor. Fakat bazı durumlarda bu zarar verici deneyim sonrasında istismar uygulayan kişi, suçluluk veya pişmanlık hissedebiliyor ve kendini affettirmek için jestler sergilemeye çalışabiliyor. İstismara maruz bırakılan kişi ise istismarcının iyi niyetli olduğunu ve hatasını anladığını düşünüp o kişiyi affedebiliyor ve ilişkide kalmaya devam edebiliyor. Ancak bu bir döngü haline gelebiliyor ve partnerler bu travmatik döngü içinde hapsolabiliyorlar. Bu döngüde özellikle istismarcının özür dileyip kendini affettirmesi, istismara veya şiddete maruz bırakılan bireylerde çaresizlik hissi uyandırabiliyor. Peki bu tarz bir ilişkide olan biri neden bu döngüyü fark edemiyor ya da neden o ilişkinin içinde kalmayı seçiyor?
İlişkilerinde şiddete, istismara maruz bırakılan kişiler bunun bir seferliğe mahsus olduğunu düşünebiliyorlar ve istismarcının bu olay sonrası gösterdiği pişmanlık içeren tavır da aslında bireylerin bu inançlarını güçlendirebiliyor. Şiddet veya istismar özellikle ilişkinin başlarında yaşandığında istismara maruz bırakılan birey henüz istismarın tekrar edici ve kaçınılmaz olacağına dair bir inanç geliştirmediği için ilişkiyi devam ettirmeyi tercih edebiliyor ve partnerler arasındaki duygusal bağlanma da bu süreçte güçleniyor. İstismarın aslında bir kereliğine mahsus bir şey olmadığını ve zarar gördüğünün farkına varan birey için ise o ilişkiden ayrılmak ne yazık ki kolay olmayabiliyor. Çünkü o süreçte ilişkide travmatik deneyimler içeren bağ çoktan güçlenmiş oluyor.
Sorumuzun başka bir cevabı ise istismara maruz bırakılan bireylerin gerçekleri görebilmelerini engelleyecek şekilde çeşitli "bilişsel çarpıtmalara" başvurması. Bunu da aslında kaçamayacaklarını düşündükleri ilişkilerde hayatta kalabilmek için yapıyorlar. Yaygın bir bilişsel çarpıtma, istismara ve şiddete maruz bırakılan kişiler tarafından istismarın reddedilmesi veya küçümsenmesi olabilir. Bireyler ilişkideki güç dengesizliği arttıkça ve istismarcının aslında onlara değer verdiğine inandıkları zaman yaşadıkları durum için kendilerini suçlayabiliyor veya istismarcıyı iyi, kendilerini ise kötü olarak görebiliyorlar. Bu durum da bireylerin kendilerine olan güvenlerini ve saygılarını düşürerek o ilişki içinde kalma ihtimallerini artırabiliyor.
Başka bir cevap ise öğrenme teorilerinden geliyor. Bazı araştırmacılar, travmatik ilişkilerde kalmamıza sebep olabilen dinamikleri "öğrenilmiş çaresizlik" kavramıyla açıklıyor. Öğrenilmiş çaresizlik, kaçınılmaz olarak algılanan bir durumda bulunan canlıların belli bir süre sonra o durumdan kurtulmak için uğraşmayı bırakmasını açıklamak için kullanılıyor. İlişkilerde bireyler istismarı ve şiddeti ne kadar kaçınılmaz olarak algılarsa ve ne kadar çok stres deneyimlerse ilişkilerinde değişiklik yapma konusunda da daha az umutlu oluyorlar ve çabalamayı bırakıyorlar. Buna benzer başka bir açıklama ise travmatik bağların gücünü artıran unsurun istismarın sürekli değil, kesintili ve aralıklı olması olduğunu belirtiyor. Öğrenme teorilerine göre bir deneyim kesintili aralıklarla verilirse bu deneyimlere verilen tepkiler daha kalıcı ve güçlü olabiliyor. Travmatik bağlanma süreçlerinde de istismara maruz kalan birey, partnerinin ne zaman iyi davranacağını kestiremiyor fakat yukarıda bahsettiğimiz şiddet döngüsü devam ediyorsa belli bir süreçte ona iyi davranacağını tahmin edebiliyor. Bu yüzden de o kısa süren ve pişmanlığa dayanan iyi davranışlara tutunarak ya da güvenerek partnerinin iyi ve güvenilir biri olduğuna kendisini inandırıyor ve bu da sağlıksız bir ilişkinin devam etmesine sebep oluyor.
İlişkilerimizdeki her türlü şiddeti, istismarı, ihmali fark edebilmek çok büyük bir önem taşıyor. Bu yazımızın da ilişkilerimizin içindeki travmatik olabilen unsurları fark etmemiz açısından farkındalık yaratacağını umuyoruz. Fakat başka bir önemli nokta ise bize gerçekten iyi gelen ilişkiler içinde olabilmek ve her türlü zarar gördüğümüz ilişkileri bırakabilmek. Travmatik unsurlar ve bağlar içeren ilişkilerle nasıl başa çıkabileceğimizi ve neler yapabileceğimizi konu alacak olan gelecek yazımızın da bu konuda sizlere yardımcı olmasını umuyoruz. Takipte kalın!