Stres, çoğu zaman günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Kimimiz gün içerisinde pek çok farklı durumla ilgili stres yaşarken gibi kimimiz kronik stresle baş etmek durumunda kalıyoruz. Yaşadığımız bu stresi çoğu zaman en yakınımızdakilere yansıtabiliyor, nedeni onlar olmasa da bir şekilde bu durumdan onların da etkilenmelerine sebep olabiliyoruz.
Kimi zaman ilişkimizde yaşadığımız bir problemden dolayı stresli hissediyoruz ve bu stresi içinde bulunduğumuz diğer etkileşimlere yansıtıyoruz. Kimi zaman da ilişkimiz dışındaki ortamlardan kaynaklanan stresi ilişkimize yansıtıyoruz. Bu durum literatürde stres bulaşması olarak adlandırılıyor. Pek çok araştırma, stres bulaşmasının ilişkilerden sosyal ortamlara değil, sosyal ortamlardan ilişkilere doğru olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle, iş veya başka sebeplerden kaynaklanan stresimizin acısını partnerimizden çıkarabiliyoruz. Bu durumun sebebi, sosyal ortamlarda (genellikle de iş hayatımızda) otoritesine itaat etmek durumunda kaldığımız kişilerin bulunmasıyla açıklanıyor. Sosyal bir ortamda yaşadığımız gerginlikten dolayı partnerimize tepki göstermek, partnerimizle yaşadığımız bir problemden dolayı patronumuza tepki göstermekten çok daha kolay ve makul görünüyor. Yakın ilişkilerimizde iş yerindeki gibi bir hiyerarşi ve otorite bulunmuyor. Partnerimize sinirlenip acısını patronumuzdan çıkardığımızda işsiz kalma ihtimalimiz doğuyor. Patronumuza sinirlenip partnerimize bu gerginliği yansıttığımızda da ilişkimizi riske atıyor olabiliriz. Ancak genellikle ilişkimizin toparlanmasının, kovulduğumuz bir işe tekrar girmekten veya yeni bir iş arama sürecinden daha kolay olduğunu düşünme eğiliminde oluyoruz.
Bir diğer araştırma ise stresin ilişkilere etkisiyle ilgili önemli bir gerçeği gözler önüne seriyor: Stres ister sosyal ortam ister ilişki kaynaklı olsun, varlığıyla bizi ilişkilerimiz hakkında olumsuz düşünmeye ve hissetmeye sürükleyebiliyor. Stres yaşayan kişiler, ilişkilerinden yeterli memnuniyeti alamadıklarını ve ilişkilerinden yeterince tatmin olamadıklarını düşünmeye başlıyorlar. Bu davranış biçimi herhangi bir kültür, din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim vs. fark etmeksizin görülüyor. Ortalama seviyede stres yaşayan bir insanın ilişki memnuniyetinde azalma olmazken yüksek stres sahibi biri ilişkisinin onu artık memnun etmediğini düşünebiliyor. Bunun sebebinin ise stresin bilişsel kaynaklarımızı sonuna kadar sömürmesi olduğu düşünülüyor. Bilişsel kaynakları tükenen biri, ilişkisindeki problemleri daha kolay dile getirebiliyor çünkü stres seviyesinin normal olduğu zamanlardaki gibi sorunların kolay çözülebileceğini düşünmüyor. Bu kişinin düşünme, problem çözme, mantık, dikkat, bellek gibi bilişsel kaynakları stres nedeniyle tükenmiş oluyor. Partneri hakkında zaten birtakım olumsuz düşünceleri olan biri, özellikle de stresli bir dönem geçirirken daha fazla içsel atıfta bulunuyor. Başka bir deyişle, partnerinin de böyle bir dönemden geçiyor olabileceğini veya onun da kendi problemleri olabileceğini düşünmek yerine, partnerinin "karakterinin böyle" olduğunu düşünerek onu suçlama eğilimi gösteriyor.
İlişkiler ve stres söz konusu olduğunda karşımıza stres modeli denen bir olgu çıkıyor. Bodemann'ın ortaya attığı bu modele göre, stresli olunan zamanlarda çiftler beraber daha az vakit geçiriyorlar. Birlikte geçirdikleri vaktin nicel olarak azalmadığı durumlarda da geçirdikleri zaman nitelik olarak kötüleşebiliyor. Böyle dönemlerde partnerler arasındaki iletişim sekteye uğruyor. Birbirlerinin kişiliklerinde sorun yaşadıkları ancak tolerans gösterebildikleri yönler, stresli zamanlarda katlanılması daha güç hale gelmeye başlıyor. Tüm bunlar birbirine yabancılaşma olarak geri dönüyor ve partnerlerde ilişkiden duyulan memnuniyetin düştüğü gibi bir algı oluşturuyor. Bu algı, koşulların ve sorunların değişmeyeceği düşüncesini tetikleyerek çiftleri ayrılığa kadar sürükleyebiliyor.
Hepimiz bir ilişkiye başladığımızda partnerimizin kişiliğini ve durumsal değişkenleri sabit olarak kabul etme eğiliminde olsak da aslında her gün değişiyoruz ve içinde bulunduğumuz durumlar da zaman zaman daha zor hale gelebiliyor. İş yükümüz fazlalaştığında veya iş yerindeki stresimiz arttığında bunu ilişkilerimize yansıtmak kaçınılmaz olabiliyor. Bu davranışı her zaman direkt yollarla değil, kimi zaman dolaylı yollarla da gerçekleştirebiliyoruz. Örneğin, bazen partnerimizle özellikle iletişim kurmamayı tercih ediyoruz. Ortalama bir stres altında, yaşadığımız bir problemi paylaşabilir durumdayken yüksek stres altında olduğumuzda paylaşmamayı tercih edebiliyoruz. Aslında bunu partnerlerimizi artık sevmediğimiz ya da onunla herhangi bir şey paylaşmak istemediğimiz için değil, bize iyi geleceğini düşündüğümüz için yapıyoruz. Bununla birlikte, destek aradığımızda yüksek stres altındayken partnerimizden çok fazla destek görmediğimizi hissedersek ilişkimizi sürdürme konusunda daha çekimser davranıyoruz. Çünkü kendimizi hem ilişkinin içerisinde hem de genel anlamda yorgun hissedebiliyoruz. Bu tip durumlarda partnerin dahil olmadığı sosyal ortamlarda, örneğin arkadaşlarımızla, daha fazla vakit geçirmeye başlıyoruz.
Tüm bu çalışmalar gösteriyor ki stresli olduğumuzda bilişsel yeteneklerimiz ve algılama kapasitemiz oldukça kötü işliyor. Stres, bizi etkilediği kadar romantik ilişkimizi de etkileyebiliyor. Fakat stresin yarattığı olumsuz durumun geçici olduğunu unutmamak gerekiyor. Stresli dönemlerde partnere olabildiğince destek olarak ilişki memnuniyetini dengede tutmak ve bu süreci daha az iletişim sorunu yaşayarak atlatmak mümkün.