Aslında çiftlerin iletişimlerindeki bu tarz farklılıkları görmek için uzun eğitimler almanıza ya da ilişkiler hakkında kalın kalın kitaplar bitirmiş olmanıza gerek yok. İlk çift (a) bariz bir şekilde flört ediyor, muhtemelen birbirlerini yeni yeni tanıyorlar. İkinci çift (b) birbirlerine aşık görünüyor ve büyük olasılıkla birkaç aydır birbirlerini tanıyorlar. Üçüncü çift de muhtemelen (c) oturmuş bir ilişkileri olan ve birbirlerinin yanındaki rahatlıklarından anlaşılabileceği üzere yıllardır birlikte olan bir çift. İlişkileri muhtemelen ilk çift (a) gibi flört ederek başladı ve daha sonra ikinci çifte (b) benzer bir süreçten geçtiler. Bu çifte dair en önemli nokta ise dışarıdan bakıldığında birbirlerine en az ilgi duyan çift gibi görünseler de aslında olası bir ayrılıkta en derinden etkilenecek çift olmaları.
Bebek ile ebeveynleri arasındaki ilişkinin yetişkinlikteki romantik partnerler arasındaki ilişkiyle birçok ortak özellik taşıdığını, benzer dinamikler gösterdiğini ve bu dinamiklerin aynı amaca (bağlanmaya) hizmet ettiğini daha önce yapılmış çalışmalardan biliyoruz. Bağlanma teorisini ortaya atan ünlü araştırmacı Bowlby, bebeklikte gelişen bağlanmayı açıklarken 4 temel aşamadan bahsediyor. Romantik ilişkilerdeki bağlanma sürecine bakıldığında da buna paralel olan 4 aşamalı bir süreçten bahsetmek mümkün.
- Bağlanma Öncesi: Etkilenme ve Flört
- göz temasının olması ama bakışların kısa tutulması (hemen gözleri kaçırmak ama sonra tekrar bakmak gibi)
- konuşma stilinin değişmesi (düzensiz ama heyecanla konuşulması, sesin titremesi, ara ara bağırarak ya da abartılı bir tonla ya da çok hızlı bir şekilde konuşulması)
- sık sık kahkaha atılması
- vücutların konuşma esnasında birbirine dönük bir şekilde durması
- nazikçe, sanki kazara olmuş gibi bacakların ya da ellerin birbirine temas etmesi
- kişilerin duruşlarının, yüz ifadelerinin ve el-kol hareketlerinin birbirleri ile senkronize olması
Peki cinsel çekimin bu davranışlar üzerindeki etkisi ne? Cinsel çekimin flört aşamasındaki önemi tabii ki oldukça büyük. Bize çekici gelen insanlarla daha fazla yakınlık kurmak istediğimiz için bağlanmanın oluşmasında cinsel çekim de önemli bir yer tutuyor. Ancak cinsel çekim bu aşamadaki davranışları ve bu aşamanın gerçek bir bağlanmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini belirleyen tek faktör değil. Üstelik aseksüel bireylerin de benzer bağlanma aşamalarından geçtiğini unutmamak gerekiyor.
Bu aşamadan bağlanmanın bir sonraki aşamasına geçilebilmesini sağlayan en önemli faktörler ise - tıpkı bebeklerin de ebeveynlerine bağlanmasını sağlayan faktörler gibi - sıcaklık, duyarlılık ve karşılıklılık. Başka bir deyişle, verilen sinyalleri doğru okuyabilen ve bu sinyallere sıcak bir şekilde karşılık veren kişileri bağlanmaya değer bulup yola onlarla devam ediyoruz.
- Bağlanmaya Giden Yol: Aşık Olmak
Bağlanmanın ikinci aşaması, paylaşımların uyarıcı oluşu yönüyle bağlanma öncesi döneme benziyor. Bu uyarılma hali sadece iletişimle sınırlı olmuyor. Tutulma olarak adlandırdığımız bu süreçte bütün fizyolojimizde bu uyarılmanın etkisi görülüyor. Uykusuzluk ve iştahsızlık yaşamamıza rağmen yüksek olan enerjimiz bunun en güzel göstergesi. Bu süreçte, vücutta amfetaminlerle benzer etkilere sahip nörokimyasalların salgılanması da tutulmanın en önemli belirtilerinden olan idealizasyonun oluşmasına yardımcı oluyor.
Bu süreçte çiftler birbirlerinin varlığını uyarıcı olarak görmelerinin yanında rahatlatıcı bulmaya da başlıyorlar. Bu değişimde nörokimyasallardaki değişimlerin de bir etkisi olduğu düşünülüyor. Partnerle yakın temasta kalmayı istemenin nörokimyasal kökeninin dopamin olduğu biliniyor. Bizim için bir ödül haline gelen partnerimizin varlığı, dopaminerjik sistemi harekete geçirerek bizi o ödülle daha fazla etkileşim yaşamaya motive ediyor. Aynı şekilde, fiziksel temas ve bakışmalar sayesinde salgılanan oksitosin de partnerler arasındaki duygusal bağların kurulmasında önemli bir rol üstleniyor. Oksitosin aynı zamanda partnerimizle ilgili olumlu hatıraları daha net hatırlamamızı ve olumsuz hatıraları silmemizi sağlıyor.
Bu süreci daha yakından incelediğimizde kişiler için rahatlatıcı olan etkileşimlerin fiziksel temasla sınırlı olmadığını görüyoruz. Örneğin, bu aşamada partnerlerin konuşma stillerinin değiştiğini, bir yakınlık işareti olarak fısıldamaya ve birbirleriyle konuşurken diğer insanlardan farklı bir ses tonunu kullanmaya başladıklarını gözlemliyoruz. Bağlanma öncesi süreçte kişilerin kendini açması olumlu ve nötr konularla sınırlıyken aşık olma sürecinde daha fazla kişisel özel bilgiler verilmeye başlanıyor, üstelik bunlara acı deneyimler, korkular, aile sırları ve geçmiş ilişkiler de dahil oluyor. Bu tarz bilgilerin paylaşımı ise bağlılık hissetme, kabul ve ilgi görme gibi arzuların varlığına işaret ediyor. Böylelikle çiftler birbirleri için duygusal destek kaynağı olmaya başlıyorlar ve ilişkileri bağlanmanın başka bir özelliği olan güvenli liman olma niteliğini de kazanıyor.
- Bağlanma: Sevmek
Bu noktada partner tam bir huzur ve güven kaynağı haline gelmiş oluyor. İlk evrede etkili olan amfetamin benzeri etkiden (ölçüsüz enerji ve yenilmezlik hissi) düzenli ve oturmuş bir ilişkinin sakinlik ve huzuruna geçiş yapılıyor. Her şey yolunda giderse ve sevme aşamasına gelinirse amfetamin benzeri etkisi olan nörokimyasallar aşamalı olarak azalıyor ve yerlerini hoşnutluk ve çok kişisel bir "iyi hissetme" hali alıyor. Bu da büyük ölçüde opioderjik ödül sisteminin etkisinden kaynaklanıyor. Partnerle yaşanan her yakınlık beraberinde rahatlama, huzur, memnuniyet ve sakinlik hissi getiriyor ve bu hislerin temelinde vücutta salgılanan opioidler yatıyor. Opioidler kişilerde endişeyi yatıştırmanın yanı sıra koşullanma konusunda da büyük bir önem taşıyor. Kişilerin opioderjik sistemi bağlanma sürecinde partnerlerine koşullanıyor. Yani, rahatlama hissi partnerle ilişkilendiriliyor ve partnerin varlığı bir ihtiyaç haline gelmeye başlıyor. Bu ihtiyacı ortadan kaldırmak ise hiç kolay olmuyor. Bir bağımlının yoksunluk sonucu yaşadıkları ile kalbi aşk acısıyla kırılmış birinin yaşadıkları arasında tam da bu sebeple çok sayıda benzerlik gözlemleniyor. Bu bakımdan ayrılık acısı bağlanma sürecinin net bir göstergesi olarak kabul ediliyor.
- Hedef Odaklı Birliktelik: Yaşamın Ta Kendisi
Buna benzer bir süreci romantik partnerler arasında da gözlemliyoruz. Dördüncü aşamada, bağlanmanın kurulmasıyla birlikte çiftler ilişki öncesi aktivitelerine kaldıkları yerden devam ediyorlar. Önceki bağlanma aşamalarında ihmal ettikleri şeyleri, yani arkadaşlıkları, işleri ve diğer dünya meşgaleleri eski önemini kazanıyor. Özetle, partnerler günlük hayata geri dönüyorlar. Tıpkı ebeveyn-bebek ilişkisindeki gibi, çiftlerde de bakışma ve fiziksel temas sıklığı ve süresinde ciddi bir düşüş gözlemleniyor. Ayrıca, odak noktasının yeniden belirlenmesi ve ilişki dışındaki kaynaklarda uyaran aranması durumları ortaya çıkıyor. Sohbetler kişilerin kendilerinden, partnerlerinden ya da ilişkilerinden ziyade dışarıya odaklı hale geliyor. Bu noktada, partnerlerin arasındaki duygusal bağlantı dışarıdan kolay gözlemlenemeyebilir ama görünenin ardında bu partnerlerin birbirlerine çok derinden bağlı olduğunu söyleyebiliyoruz.
Araştırmalar bu derin bağlılığın çiftlerin fizyolojik sistemlerindeki ortak düzenlemelerle ilişkili olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, zaman içerisinde partnerlerin fizyolojik sistemleri birbiriyle senkronize hale geliyor. Bu durum aslında geçen zaman içerisinde kişilerin birbirlerinin hem fizyolojilerini hem psikolojilerini etkilemelerinden ve giderek birbirleri için tıpkı gün ışığı ya da başka çevresel uyaranlar gibi bir dış uyaran haline gelmelerinden kaynaklanıyor. Benzer bir senkronizasyonu ebeveyn-bebek ilişkisi içerisinde de gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, bebek ağladığı zaman, annesinin memelerinin sıcaklığı artıyor. Romantik ilişkilerde de çok boyutlu olarak gözlemlenen bu duruma verebileceğimiz en basit örnek, kadınların düzenli cinsel ilişkileri varken cinselliğin seyrek olduğu veya cinsel ilişkiye hiç girmedikleri zamandan daha düzenli yumurtlamaları olabilir. Hatta, kadınlar eğer düzenli cinsel ilişkilerini sürdürürlerse orta yaşlarında adet görmeye devam etme, yani menopoza daha geç girme olasılıkları artıyor. Bu fizyolojik senkronizasyon durumu ayrılığın ve bağlanma figürü kaybının yıkıcı etkisini açıklamamıza da yardımcı oluyor.
Not: Bu yazı "A Process Model of Adult Attachment Formation" isimli kitap bölümünden derlenmiştir.