
Partner seçimimiz, sadece mutluluğumuzu değil iş verimliliğimizi veya ne kadar yaşayacağımızı bile etkiliyor. Milyonlarca potansiyel partner içinden "o" insanı nasıl buluyoruz ve bu sürecin ne kadarı içgüdüsel, ne kadarı tesadüfi gerçekleşiyor? Bu süreci giderek daralan dört aşamada incelemek mümkün:
- Kim erişilebilir?
- Kimi çekici buluyoruz?
- Kim ilgili ve ulaşılabilir?
- O kişi kim?
İdeal sevgili, bizimle aynı şehirde ya da dünyanın öbür ucunda olabilir ancak tanışamadıktan sonra bunun hiçbir önemi bulunmuyor. Her ne kadar bu fiziksel ulaşılabilirliğin önemli olduğunu bilsek de yine de üzerinde yeterince durmuyoruz. Sevgilinizin bir ünlüyü beğenmesinden çok da rahatsız olmazsınız ancak aynı ünlü gelip karşı dairenize taşındığında bu rahatsızlık artacaktır. Çünkü fiziksel olarak yakın olmak insanların birbiriyle etkileşime geçebilme ihtimalini arttırıyor. Yine de sevgilisi olan birine partnerini nasıl seçtiğini sorduğunuzda muhtemelen size sebep olarak fiziksel olarak çok yakın olmalarını söylemeyecektir. Fakat fiziksel olarak yakın olmak aslında ilişki kurmamız üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip. 2006 yılında yürütülen bir araştırmada öğrencilerin bir eğitim yılı boyunca attıkları e-postalar inceleniyor. Sonuçlara göre, ortak bir ders almak, birbiriyle tek bir ortak arkadaşı dahi olmayan insanların karşılıklı iletişime geçme ihtimalini 140 kat arttırıyor. Ortak arkadaşlar olduğunda bile beraber bir ders almak kişilerin tanışma ihtimalinin üç kat artmasına sebep oluyor. Hatta, sınıflarda oturma yeri gibi yüzeyde önemsiz ve küçük gözüken değişiklikler yapmak bile dönem sonunda kurulan arkadaşlıkları etkiliyor.
Teknolojinin gelişmesi ve internetin yaygınlaşması ulaşılabilirliğin fiziksel duvarlarının yıkılmasını sağlamış olsa da internette kapladığımız yer bu ulaşılabilirliği sınırlandırıyor. Amerika'da ülke genelinde yapılan bir araştırmaya göre internet üzerinden tanışmak, heteroseksüel çiftler için arkadaşlar aracılığıyla tanışmanın ardından ikinci sırada gelirken homoseksüel çiftler için büyük bir farkla birinci sırada yer alıyor. Fiziksel ulaşılabilirlik için sosyal ağlardaki yakınlık da önem taşıyor. İnsanlar potansiyel partnerlerine aile, arkadaş gibi ortak tanıdıkları aracılığıyla da ulaşabiliyorlar. 1980 yılında yayınlanan ve üç ayrı küçük sosyal ağda (kilise, kafe ve fabrika) yapılan uzun süreli bir araştırmada, üç ortamda da ortak bir tanıdığı olan insanların tanışma ihtimalinin oldukça arttığı bulunuyor.
Yollarımızın kesiştiği bu daha küçük insan havuzunun da ancak belli bir bölümünü diğerlerine kıyasla daha çekici buluyoruz. Bu çekiciliği sağlayan faktörlerden benzerlik ve aşinalığın, fiziksel ulaşılabilirlikle ilişkili olduğunu söyleyebiliyoruz. Partnerlerin birçok konuda birbirlerine benzemeye yatkın olduğunu biliyoruz. Bunun başlıca sebebi ise insanların kendilerine benzer olduğunu düşündükleri insanları daha çekici bulması oluyor. Araştırmalar gösteriyor ki hem heteroseksüel hem de homoseksüel bireyler yaş, eğitim, din, politik görüş ve finansal durum açısından kendilerine benzer insanları tercih ediyorlar. Ancak benzerliğin önemi konusundaki araştırmalar algılanan benzerliğin objektif benzerlikten daha önemli olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, aslında bireylerin partnerleriyle benzer olduklarını düşünmeleri ilişki kurma sürecinde benzer olmalarından daha önemli bir hale geliyor.
Aynı şekilde, aşinalığın da çekicilik için çok önemli olduğunu söyleyebiliriz. O kadar ki insanlar laboratuvar ortamında sadece milisaniyeler için gösterilen yüzlerin sahiplerini bile sevmeye daha yatkın oluyorlar. Fakat aşinalığın etkisinin çift taraflı olduğunu söyleyebiliriz yani aşinalık olumlu duyguları arttırdığı kadar olumsuz duyguları da arttırabiliyor. Birçok ayrı kültürde yapılan araştırmalar gösteriyor ki hem heteroseksüel hem de homoseksüel bireyler güvenilir, nazik ve sıcakkanlı insanları daha çekici buluyor. Karakterle ilgili bu gözlemlerimizi ise insanların yüzüne baktığımız ilk saniyede dahi yapabiliyoruz.
Çekici bulduğumuz insanları belirledikten sonraki adım kimin hislerimize karşılık verdiğini bulmak oluyor. Diğer bütün parametreler eşit tutulduğunda bireyler hislerine karşılık verdiğini düşündükleri insanları daha çekici buluyorlar. Bu karşılık ise insanları reddedilmenin sebep olduğu duygusal acıdan koruyor. Fakat bu karşılık hissi çekici olsa da seçici olmak da önemli bir rol oynuyor, yani zoru oynamak bireyi ulaşması imkansıza dönüştürmediği sürece işe yarayabiliyor.
Bireylerin aradığını iddia ettikleri özellikler çoğu zaman partnerlerinin özellikleriyle tamamen örtüşmüyor. Burada ise tutulmanın etkileri devreye giriyor. Bu etkiler bireyin odağının tek bir kişide toplanabilmesini ve diğer potansiyel adayları göz ardı edebilmesini sağlıyor. Ancak bireyin sosyal çevresinin ilişkisini onaylamaması bu odağın dağılmasına sebep olabiliyor. Hatta sosyal çevreleri tarafından onaylanan ve desteklenen ilişkilerde bulunan insanların ilişki memnuniyetleri ve ilişkiye olan bağlılıkları çok daha fazla oluyor. Tam tersi şekilde, sosyal çevrenin onaylamadığı ilişkiler de bundan olumsuz etkilenebiliyor. Burada bireylerin çevrelerindeki insanların görüşlerine ne kadar önem verdiği büyük bir rol oynuyor.
Milyonlarca insan içinden birini seçmek aslında hiç kolay bir iş değil ancak işin büyük bir bölümünü aslında çevremiz, bilinçdışı süreçlerimiz ve yaşamayı seçtiklerimizle farkında olmadan yapıyoruz. Bu süreçte yaptıklarımız ve yaşadıklarımız cinsiyetimize, içinde bulunduğumuz kültüre veya cinsel yönelimimize bağlı olarak çok büyük bir farklılık göstermiyor.