Ayrılıklar, hepimizin kıyısından ya da köşesinden, kimi zaman oldukça yakından deneyimlediği bir durum. Ölüm ya da bir ilişkiyi sonlandırmak gibi daha kalıcı ayrılıkların yanı sıra, bazen de sonunda kavuşacağımızı bildiğimiz, fakat yine de canımızı acıtan kısa süreli ayrılıkları deneyimlediğimiz zamanlar da olabiliyor. Sevdiğimiz birini havalimanında ya da otobüs garında başka bir şehre veya ülkeye yolcularken gözyaşı akıtabiliyor, bunun ebedi bir ayrılık olmadığını bilsek de sanki bir parçamız da o kişiyle birlikte kopup gidiyormuş gibi hissedebiliyoruz. Peki içten içe kendimize "Bu onu son görüşüm değil. Tekrar bir araya geleceğiz." diyerek hatırlatmalarda bulunsak da neden kendimizi yine üzgün hissederken buluyoruz?
Sosyal bağlarımızın, genel sağlığımızla ve iyilik halimizle oldukça ilgili olduğu görülüyor. Özellikle de uzun süreli ve sağlıklı romantik ilişkiler, hem psikolojimize hem de fizyolojimize sayısız yarar sağlıyor. Partnerle düzenli bir şekilde kurulan fiziksel temas, fizyolojimizi ve modumuzu regüle ederken, uykumuzu da düzene sokabiliyor. Ancak düzenli fiziksel temasın sayısız yararına karşılık, romantik ilişkilerde kimi zaman fiziksel ayrılıklar kaçınılmaz olabiliyor. Çeşitli sebeplerle yaşanan bu fiziksel ayrılıklar; partnerlerde davranışsal, fizyolojik ve bilişsel düzeyde birtakım etkilere sebep olabiliyor.
Kısa süreli ayrılıklar geçici olsalar dahi partnerler için birer stres kaynağı olabiliyorlar. Çünkü romantik ilişkilerde önemli yer tutan fiziksel temas ve cinsel yakınlık kurmak gibi deneyimler kısa süreli ayrılıklar esnasında yaşanamıyor. Partnerlerinden kısa süreliğine ayrı olan kişilerin, bu süreçte olumsuz hislerinde bir artış yaşadığı görülüyor. Bu kişiler partnerlerine karşı kıskançlık ve öfke gibi hisler duyduklarını belirtiyorlar. Bu olumsuz duyguların ise partnerlerin bir daha bir araya gelemeyecek olma endişesi taşımalarından kaynaklandığı düşünülüyor.
Peki bu kısa süreli ayrılıklarda partnerler tam olarak neyi özlüyor?
Yapılan bir çalışmada, katılımcılar partnerleriyle en çok yüz yüze konuşmayı, günlük hayattaki ufak ayrıntıları paylaşmayı, birlikte yemek yemeyi ve uyumayı, yeni yerler keşfetmeyi ve partnerlerinin sıcaklığını özlediklerini belirtiyorlar. Bu kişiler, beraber aktivite yapabilecek arkadaşlara sahip olsalar da uyumadan önce yatakta sohbet etmek gibi daha çok yakınlık gerektiren aktiviteleri yapacak kimseleri olmadığını dile getiriyorlar. Aynı zamanda, görüntülü konuşma ya da mesajlaşma gibi yollarla partnerle iletişim kurmanın, fiziksel anlamda bir arada olmanın yerine geçemediğini de belirtiyorlar. Katılımcıların çoğu, bu süreçte kendilerini oldukça yalnız hissettiklerini ve uyku problemleri yaşadıklarını da rapor ediyorlar.
Partnerle düzenli bir şekilde kurulan temas, keyif almayı ve rahatlamayı sağlarken stresli zamanlarda bu stresin azalmasına da yardımcı oluyor. Çeşitli yollarla kurulan fiziksel temas, hem ödül sistemini hem de opioderjik sistemi (oxytocinergic/opioid arousal relief systems) harekete geçirerek partneri ödül, rahatlama ve konforla eşleştirmeyi sağlıyor. Birçok çalışma, partnerle sosyal bir temas halinde olmanın stresi azalttığını gösteriyor. Örneğin bir çalışmada, stresli bir durum karşısında partneriyle yakın temasta bulunan ve partnerinden destek gören katılımcılar, herhangi bir destek içermeyen etkileşimlerde bulunan kişilere göre daha sükunetli bir tutum sergiliyorlar.
Tüm bu nedenlerle, kısa süreli de olsa partnerden ayrı kalmak bir nevi ceza görevi görebiliyor. Çünkü bu durum stresin azalmasına yardımcı olan partnere ulaşamamak ve onun varlığı dolayısıyla hissedilen keyfi yaşayamamak anlamına geliyor. Öte yandan, kişiler tehlikeli durumları bağlanma figürleri yanlarında olduklarında daha az tehdit edici algıladıkları için partnerin yokluğu da günlük işlerin daha yorucu ve endişe verici olarak algılanmasına neden olabiliyor. Ayrıca, bağlanma anksiyetesine sahip kişilerde, kısa süreli ayrılıklarda kortizol salınımının arttığı görülüyor. Böylece, bu kişiler tehlikelere veya partnere ulaşamama durumuna karşı aşırı duyarlılık geliştirebiliyorlar. Buna karşılık, kaçıngan bağlanan kişilerin ayrı kalınan zamanlarda bir savunma stratejisi olarak kendilerini geri çektikleri veya araya bir mesafe koydukları görülüyor.
Kısa süreli bir ayrılık, özellikle de partneriyle birlikte uyuyan kişilerin uyku düzenlerini bozabiliyor. Uyku düzensizliği tek başına bile ciddi bir problem olabiliyorken aynı zamanda dikkat, kısa süreli hafıza ve tepki verme gibi bilişsel performansları da olumsuz etkileyebiliyor. Ayrılıklar kısa sürseler de mutsuzluk, endişe, yalnızlık, kıskançlık, suçluluk ve kızgınlık gibi duyguların hissedilmesine yol açabiliyorlar. Ancak bu duyguların ne derece deneyimlendiği, ayrılığın süresine göre değişebiliyor. Ayrılığın süresi uzadıkça partnerler bu duyguları çok daha yoğun bir şekilde deneyimleyebiliyor.
Araştırmalar, kısa süreli ayrılıkların bazı kişilerde ise özgürlük hissi yarattığını, üretkenliği artırdığını ve rahatlamaya yol açtığını gösteriyor. Ayrı olmak, bazı partnerler için normalde sahip olamadıkları özgürlüğü deneyimlemek anlamına gelebiliyor. Aynı zamanda bazı kişiler de bu kısa ayrılık süresini kendi işlerine odaklanabilmek adına bir fırsat olarak yorumluyorlar. Kısa süreli ayrılıkların bir başka olumlu etkisi de partnerlerin tekrar bir araya geldiklerinde olumlu duygusal hislerinin fazlasıyla artmış olması oluyor. Çünkü ayrı kaldıkları zamanlarda partnerler birbirlerinin varlıklarının ne kadar değerli olduğunu fark edebiliyorlar. Ayrıca bu kişiler, tekrar bir araya geldiklerinde birbirleriyle paylaşacakları ve konuşacakları birçok deneyime de sahip olabiliyorlar.
Peki kısa süreli ayrılıkların getirdiği olumsuz deneyimlerin etkisini azaltmak adına neler yapılabilir? Ayrılıklar süresince partnerle iletişimi sağlıklı bir şekilde sürdürmek zor bir hale gelebiliyor. Ancak, ayrı olunan süre içerisinde partnerle sık sık iletişime geçmek, ilişkinin kalitesini artırabiliyor. Partnerleriyle ayrı oldukları sürelerde mesajlaşmaya devam eden ya da görüntülü veya sesli bir şekilde sık sık konuşan çiftlerin, ayrılıkların getirdiği olumsuz etkileri daha az deneyimledikleri görülüyor. Ancak iletişimin sıklığı kadar, içeriği de oldukça önem taşıyor. Partnerlerin bu süreç içerisinde birbirlerinin ihtiyaçlarını görebildikleri ve birbirleri için her daim orada olduklarını hissettirebildikleri durumlarda, ilişkiden duyulan memnuniyet artıyor. Ayrıca, bu süre boyunca sosyal destek almak ya da aileyle daha fazla vakit geçirmek de ayrılığa daha kolay alışabilmeye yardımcı oluyor.
Partnerlerin birbirlerinin adeta derisinin altına işleyerek zihinlerine kazındıklarını göz önünde bulundurduğumuzda, ayrılıkların fizyolojik ve psikolojik açıdan bazı değişikliklere yol açması kaçınılmaz gözüküyor. Ancak tekrar bir araya gelinecek günü ve o kişiyi hayal etmek bile yaşanan olumsuzlukları azaltmaya yardımcı olabiliyor.