Kaygının aslında stres ya da belirsizlik karşısında verdiğimiz oldukça normal tepkilerden biri olduğunu söylemek mümkün. Evrimsel olarak çok faydalı çünkü bizi tehlike karşısında uyarıyor ve tehlikeye hazırlıklı olmamızı sağlıyor. Amerikan Psikiyatri Birliği'ne göre anksiyete, gelecekteki bir durum hakkında endişelenme anlamına geliyor ve genellikle bu endişeye kaçınma davranışı ve kaslardaki gerilme eşlik ediyor. Peki bu ne zaman bir problem haline geliyor? Birine anksiyete bozukluğu teşhisi konulabilmesi için temel olarak bu kaygı halinin var olan durum ile orantısız olması ve kişinin günlük hayatını normal bir şekilde sürdürmesine engel olması gerekiyor.
Anksiyete bozuklukları olarak geçen genel hastalık grubunun içerisinde yaygın anksiyete bozukluğu (generalized anxiety disorder), panik bozukluk (panic disorder), sosyal kaygı bozukluğu (social anxiety disorder), travma sonrası stres bozukluğu (post-traumatic stress disorder), obsesif-kompulsif bozukluk (obsessive-compulsive disorder), ayrılma kaygısı bozukluğu (separation anxiety disorder) bulunuyor. Bu yazımızda bahsi geçen kaygı türlerinden daha çok sosyal kaygı bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluğunun kişiyi ve romantik ilişkilerini nasıl etkilediğine odaklanacağız.
Sosyal ve Yaygın Kaygı Bozukluğu
Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler, sürekli olarak ve aşırı bir biçimde çevrelerindeki insanlar tarafından olumsuz bir şekilde eleştirilecekleri endişesi taşıyorlar. Bu endişe kişilerin başkalarıyla iletişim içinde olmalarını gerektirecek sosyal ortamlardan kaçınmalarına sebep oluyor. Biriyle tanışmak, toplum önünde konuşmak, bir devlet dairesinde işlerini halletmek bu kişilerin korkulu rüyası olabiliyor. Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan bireyler ilişki kurmakta zorlanıyorlar ve bu tarz bir kaygı duymayan kişilere kıyasla bu kişilerin daha küçük sosyal ağlara sahip oldukları biliniyor. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere kaygı seviyesinin problemli olarak görülebilmesi için kişinin günlük hayatını etkiliyor olması gerekiyor. Sosyal kaygı durumunda buna, kişinin duyduğu endişe sebebiyle bir iş görüşmesine gitmemesi veya aşağılanma korkusu sebebiyle sosyal temaslarını kısıtlaması örnek oluşturuyor.
Yaygın anksiyete bozukluğu deneyimleyen kişiler ise sağlık, iş hayatı, sosyal ilişkiler, günlük hayat gibi birden fazla alanda aşırı kaygı gösteriyorlar ve bu kaygı hali kişilerin ilişkilerini, iş ve akademik hayatını önemli ölçüde etkileyebiliyor. Araştırmalara göre yaygın anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerin endişelerinin büyük bir kısmını aileleri ve partnerleriyle kurdukları ilişkilerdeki kişilerarası konular oluşturuyor.
Sosyal kaygı ve yaygın anksiyete bozukluğu özelinde bahsettiğimiz üzere, bir kaygı bozukluğu ile yaşamak kişinin hayatını pek çok açıdan etkiliyor. Kişinin romantik ilişkisinin de etkilenen alanların dışında kalması pek mümkün görünmüyor.
Kaygı Bozukluklarının Romantik İlişkilere Etkisi
Sosyal kaygı seviyesinin yüksek olması; daha az hakkını arama davranışının görülmesi, çatışmadan ve duyguları ifade etmekten kaçınma, daha fazla reddedilme korkusu duyma ve karşıdakine bağımlılık ile ilişkilendiriliyor. Bu sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda sosyal kaygının ilişkide hem kaçınma hem de bağımlı olma davranışlarıyla ilişkili olduğu ortaya çıkıyor. Bunların yanı sıra, sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin ilişkilerindeki problemler üzerine tartışırken kaygılı olmayan bireylere kıyasla daha fazla negatif iletişim davranışı (yüzünü ekşitme, karşısındakiyle dalga geçme, yakınma gibi) gösterdikleri bulunuyor.
Sosyal kaygıdan çok da farklı olmayan bir biçimde fobilerin, panik bozukluğun ve yaygın anksiyete bozukluğunun da ilişki memnuniyetsizliği ile bir ilgisi olduğu bulunuyor. Yaygın anksiyete bozukluğu da dahil olmak üzere birçok psikolojik problemin, boşanma riskinin artmasıyla bir ilişkisi olduğu biliniyor. Yaygın anksiyete bozukluğu olan kişiler, aşırı düşünmeye ve en kötü senaryoları değerlendirmeye meyilli olabiliyor ve partnerleriyle sürekli iletişimde olma ihtiyacı duyabiliyorlar. İletişimde olma ihtiyaçları karşılanmadığında kaygıları daha çok tetiklenebiliyor. Bağımlı olmanın öteki ucunda yine kaygıyla baş edebilmek için gösterdikleri kendini kapatma davranışı görülebiliyor. Yaygın anksiyete bozukluğu yaşayan kişiler, negatif duygulardan (hayal kırıklığı gibi) kaçınabilmek ve yara almamak için duygularını gizlemeye çalışabiliyor ve kendilerini açmamayı tercih edebiliyorlar.
Bir kaygı problemi ile baş eden kişilerin, romantik ilişkileri nasıl bu durumdan etkileniyorsa kaygı seviyeleri de ilişkilerinin gidişatından etkilenebiliyor. Yani, romantik ilişki ve kaygı arasındaki ilişkiyi çift taraflı düşünmek gerekiyor. Yakın ilişkileri, kişinin stresini en çok dile getirdiği ya da stresini en çok kontrol etmesi gereken alanlar olabiliyor. 4 binden fazla evli çiftle yürütülen bir araştırmaya göre çiftlerin başlangıçtaki ilişki kaliteleri, 2 yıl sonrası için anksiyete başlangıcının güçlü bir belirleyicisi olabiliyor. Bunun yanı sıra bir partneri olmayan sosyal kaygılı bireylere kıyasla, evli olanlar hayattan daha fazla zevk aldıklarını belirtiyorlar. Araştırma sonuçlarına baktıkça kaygılı birinin sağlıklı bir ilişkisi varken neden hayat memnuniyetinin arttığı daha anlaşılır hale geliyor. Hem düşük hem de yüksek sosyal kaygısı olan kişiler; ilişkilerinin onların iyilik hallerini artırdığını söylüyorlar. Ayrıca kaygısı yüksek olan kişiler, ilişkilerinin sosyal kaygılarını düşürdüğünü ve diğer insanlarla iletişime geçerken daha rahat hissetmelerini sağladığını belirtiyorlar.
Araştırmalar bize kaygı bozukluğu olan kişilere sağlıklı ilişkilerin iyi geldiğini gösteriyor. Fakat kaygılı bir partnerle ilişki yürütmenin belli zorluklar barındırdığı su götürmez bir gerçek. Bu konu hakkında okumaya devam etmek isterseniz Kaygı Bozukluğu Olan Partnerime Nasıl Destek Olabilirim? yazısına göz atabilirsiniz.