Dünyaya gelir gelmez, hiç tanımadığımız bu yerde kendimizi bir annenin bebeği, bir ablanın kardeşi ve bir dedenin torunu olmak gibi onlarca ilişkinin içinde buluyoruz. Hayata devam edebilmemiz için birisi tarafından verilecek bakıma olan ihtiyacımız, yakın ilişkiler kurmamızı doğduğumuz andan itibaren kaçınılmaz kılıyor. Bağlanma kuramıyla tanıdığımız John Bowlby'e göre, insanların yakın ilişkiler kurmaya evrimsel olarak doğal bir eğilimi bulunuyor.
Peki yaşam savaşında başkalarıyla ilişki içinde olma gerekliliği sadece bebeklik ve çocukluk dönemiyle mi sınırlı? Kendi başımızın çaresine bakar duruma geldiğimizde artık ilişkilerin bizim için bir anlamı kalmıyor mu? Öyle olduğunu düşünenler için kötü bir haberimiz var: Yapılan araştırmalar bunun tam tersini gösteriyor. İçinde bulunduğu ilişkiler, kişiyi etkilemeye ömür boyu devam ediyor. Dahası, en temel ihtiyaçlarımız bile ilişkilerimizle birlikte şekilleniyor.
Gündelik hayatımızı düzenlemekle sorumlu mekanizma olan biyolojik ritim; uyku-uyanıklık döngüsü, beslenme, hormonların salınımı gibi hayati faaliyetleri kontrol eden bir iç saat görevi görüyor. Metabolizmamızın bu iç saati başta ışık olmak üzere dış faktörlerden de oldukça etkileniyor. Havanın sıcaklığı, yapılan egzersizler ve sosyal tercihlerimiz gibi biyolojik ritmimizin işleyişine etki eden bu faktörlerden birisi, hatta belki de en önemlisi ise yakın ilişkilerimiz.
Araştırmalar, partnerlerin zaman içinde birbirlerinin biyolojik ritmi üzerinde büyük rol oynar hale geldiklerini gösteriyor. Partnerlerin birbirlerinin biyolojik ve davranışsal işleyişlerini düzenlemesi olarak ele aldığımız bu süreç, ilişkilerin etkisinin hayat boyu sürdüğünün bir kanıtı. Hatta bu etkileşim, partnerlerin fiziksel olarak birbirine yakın olmadığı, sadece birbirlerinin akıllarında hayali olarak bulundukları durumlarda bile görülebiliyor.
Uyku-uyanıklık döngüsü, partnerlerin birbirinin hayatında düzenlediği en önemli süreçlerden biri. Partnerimizle birlikte uyuduğumuzda gün boyunca ihtiyaç duyduğumuz güven ve sıcaklığı kolayca sağlayabiliyoruz. Aşağı yukarı aynı saatlerde uyuyan ve uyanan çiftlerin daha uyumlu olduğu, daha az tartışma yaşadıkları, ortak aktivitelere ve cinsel ilişkiye daha fazla zaman ayırdıkları gözlemleniyor. Başka bir araştırmaya göre ise uyku düzenleri partnerleriyle uyum içinde olan kadın katılımcılar, partnerleriyle birlikte geçirdikleri gündelik vakitleri daha kaliteli buluyorlar. Diğer taraftan, ilişkilerdeki fiziksel ve duygusal yakınlık çiftlerin uyku kalitesiyle de yakından ilişkili. Çiftlerin kısa süreli veya kalıcı ayrılıklarda yaşadıkları en büyük sorunlardan birisi uyku problemleri. Kişilerin birbirlerinden ayrıyken deneyimledikleri uykusuzluk veya kalitesiz uyku gibi sorunlar, çiftler yeniden bir araya geldiğinde ortadan kalkıyor.
İlişkilerin fonksiyonlarından bir diğeri de yeme alışkanlıklarımızı düzenlemesi. Eşlerinden ayrı kalan kadınlarda iştah değişimlerine sıkça rastlanıyor. Araştırmalar, boşanmış veya eşini kaybetmiş kişilerde kilo kaybının evlilere oranla daha fazla olduğunu gösteriyor. Boşanmış katılımcıların ise boşanmadan sonraki ilk 6 ayda iştahsızlık ve kilo kaybı rapor ettiği biliniyor. Aynı zamanda, partnerler birlikte yemek yemeyi ilişkide olmalarının bir göstergesi olarak görüyorlar.
Uyku ve beslenme gibi en temel hayati fonksiyonlarımız dahi yakın ilişkilerimizden etkileniyor. Durum böyle iken insanın ilişki kurma ihtiyacını sorgulamak için pek bir sebep kalmıyor da diyebiliriz.