Bu yazımızda, insan vücudu üzerinde ortaklaşa varılmış herhangi bir güzellik anlayışının olup olmadığını gösteren araştırmalardan bahsedeceğiz. Önceki yazımızda da belirtmiş olduğumuz gibi, her ne kadar kültürlerarası ortak bir güzellik anlayışında birleşildiğini gösteren çalışmalar var olsa da güzellik ve çekicilik gibi kavramlar aynı miktarda kişiseldir. Bu nedenle bu yazımızda belirtilmiş olan özelliklere sahip olmayan herhangi bir bireyin, başka biri tarafından "güzel" ya da "çekici" olarak algılanmayacağı gibi bir düşünce geliştirmek doğru olmaz.
Vücudun güzellik algısı üzerine yapılmış olan kültürlerarası araştırmalar özellikle bir ölçütün, kadınların çekici görülme yüzdesini oldukça artırdığını gösteriyor, o da düşük bel-kalça oranı. Araştırmalar bu evrensel oranın 0.7 olduğunu gösteriyor. Bu oran ince bir bel ve geniş kalçalar gibi bir kombinasyonla ortaya çıkıyor ve bu düşük bel-kalça oranı tercihi doğrudan cinsellikle ilgili olmadığı belirtiliyor. Öyle ki yapılan çalışmalarda, karşı cinse ilgi duyan kadınlara ve eşcinsel erkeklere hangi kadını ne denli çekici buldukları sorulduğunda, her iki örneklem de düşük bir bel-kalça oranına sahip kadınları daha çekici bulduğunu belirtiyor.
Yapılan çalışmalar, bel-kalça oranının düşüklüğünü çekici bulmamızın evrimsel nedenleri olduğunu öne sürüyor. Bu oranın düşüklüğünün, doğurganlığa ve iyi bir sağlığa işaret ettiği belirtiliyor ve hem erkeklerde hem de kadınlarda bu oranın düşük olması uzun bir ömre işaret ediyor. Bu düşük-bel kalça oranının özel bir adı dahi var: Pear-shaped yani armut biçimli vücut. Kadınlarda düşük bel-kalça oranının iyi bir sağlığa işaret ettiğini gösteren asıl önemli nokta hormonlar. Östrojen, progesteron ve prolaktin gibi hormonların vücutta dengelenmiş olması, sağlığa ve düşük bir bel-kalça oranına işaret ediyor. Yapılan çalışmalarda ilginç bir detay da göze çarpıyor. Araştırmalar, vücuttaki bu hormon dengesini kişilerin kokuları sayesinde bile fark edebileceğimizi belirtiyor.
Kadınlardaki düşük bel-kalça oranı her ne kadar iyi bir sağlık durumuna işaret etse de bazı çalışmalar bu durumun doğurganlıkla hiçbir alakası olmadığını ortaya koyuyor. Peki bu durumun aslı ne? Bunu merak eden araştırmacılar, 2017 senesinde kültürlerarası bir çalışma yapıyorlar ve katılımcıları yüksek ölçüde henüz sanayileşmemiş topluluklardan seçiyorlar. Çalışma yaklaşık 1.000 kişiye yakın kadınla yapılıyor ve bulunan sonuçlar, bel-kalça oranı ile yapılan çocuk sayısı arasında doğru bir orantı olduğunu gösteriyor. Bu sonuç ilk bakıldığında yüksek bel-kalça oranı, yapılan çocuk sayısını belirliyor gibi yorumlanmaya açık olsa da böyle bir yorumlama tam olarak esas sonucu yansıtmıyor. Aksine araştırma, kadınların çocuk doğurdukça düşük bel-kalça oranından yüksek bel-kalça oranına doğru olan geçişinde bir artış olduğunu gösteriyor. Yani, düşük bir bel-kalça oranı kadınların henüz çok fazla sayıda çocuk yapmadığının bir göstergesi oluyor. Bu da erkekler tarafından düşük bel-kalça oranının çekiciliğinin, gelecekteki üreme potansiyeli olarak yorumlandığını ortaya koyuyor.
İngiltere'de yapılan bir araştırmada, heteroseksüel kadın ve erkeklere kafalarındaki ideal kadın ve erkek vücutlarını resmetmeleri söyleniyor ve sonra bu ideal vücut tipleri, kişilerin gerçekteki vücut görünümleri ile karşılaştırılıyor. Bulunan sonuçlara göre, kadın ve erkeklerin çizdikleri ideal vücut tipinde çok büyük bir fark görülmüyor. Yani ideal bir kadın ya da erkek vücudunu resmeden kişinin cinsiyeti, çizilen resmi çok etkilemiyor; aksine tüm katılımcıların "ideal" olarak gördükleri vücut tipleri birbirine çok benziyor. Kadınlarda, yukarıda belirtilen çalışmalarla örtüşen bir biçimde düşük bir bel-kalça oranı ideal olarak görülürken konu erkek vücuduna geldiğinde çekici olarak algılanan vücudun geniş omuzlara ve omuzlara oranla ince bir bele sahip olduğu görülüyor. Bu da V harfi şeklinde bir üst vücut tipini ortaya çıkarıyor. Erkeklerin vücutlarındaki kas oranın yağ oranına göre yüksek olması da çekici olarak algılanmalarını oldukça etkiliyor. Bu ideal vücut tiplerinin gelişmesinde her ne kadar evrimsel birtakım noktaların (doğurganlığın ve kişinin sağlığının göstergesi gibi) etkileri olduğu düşünülse de gerçeklikle idealin arasındaki bu farkın özellikle medyadaki kadın/erkek vücudu temsiliyetlerinin etkisi nedeniyle ortaya çıktığı ve hatta bu etkinin evrimin ve genlerimizin etkisinden daha da büyük olabileceği vurgulanıyor. Ancak yine de henüz sanayileşmemiş toplumlarda dahi benzer güzellik ölçütlerinin ortaya çıktığını hatırlatmadan geçmeyelim.
Tüm bu bulgulara rağmen yine de belirtmek isteriz ki güzellik ya da çekicilik gibi kavramlar özellikle de kadınlar üzerinden belirgin bir ayrımcılığa yol açabiliyor. Örneğin, armut biçimindeki ya da kum saati biçimindeki vücutların daha çekici algılanıyor olduğuna dair bir bulgu, kadınların belli bir modele sokulup tek tipleştirilmesine veya objeleştirilmesine yol açabiliyor. Öte yandan erkeklerin ideal vücut tipinin geniş bir omuza sahip olmakla eşleştirilmesi de erkekler üzerinde "ideal" olana ulaşmak için spor salonlarında saatler harcamanın gerekmesi gibi baskılara sebep olabiliyor. Bu durumun önüne geçmek de ancak güzellik gibi kavramların oldukça kişisel bir tarafı olduğunun farkına varmak ile mümkün olabilir.