Günümüzde "kendine has" olmak, tarihsel süreçte ortaya çıkan ve bizlere dayatılan toplumsal normlara karşı durabilmek ve kendimizi gerçekleştirmek, kararlarımızı verirken bizleri belki de en fazla etkileyen düşünceler haline geldi. Hepimizin birbirimizden bir noktada ayrıştığı da su götürmez bir gerçek. Ancak birbirimizden ne kadar farklı olursak olalım insanlık olarak ortak bir geçmişimiz var; milyarlarca yıl süren bir canlılık tarihini paylaşıyoruz, ortak evrimsel sürecimizin etkilerini eşsiz hayatlarımızda hepimiz tek tek hissediyoruz. Bu etkilerin en bariz ve hayatın içinden olanlarından biri de partner seçimlerimizde kendisini gösteriyor. Hepimizin hoşlandığı tipler, karakterler, özellikler var; bunlara bağlı olarak yüzlerce (hatta potansiyel olarak milyarlarca) kişi arasından kendimize partnerler seçip romantik ve cinsel ilişkiler yaşıyoruz. Bu yazımızda da kadınların evrimsel süreçte geliştirdikleri eş seçim mekanizmalarının potansiyel partnerlerin statü ve kaynaklarıyla ilişkisi üzerine konuşacağız. Özellikle de sosyal medyada devamlı gündeme getirilen kadınların zengin ve statü sahibi partnerleri daha çok tercih ediyor olduğu fikrinin bilimsel bir temeli olup olmadığını inceleyeceğiz.
Evrimsel psikoloji alanında çok ciddi araştırmalar üreten David Buss'un ortaya attığı Cinsel Stratejiler Kuramı'na göre, kadınlar ve erkeklerin potansiyel eşlerinin statü ve kaynaklarına verdikleri değer birbirinden oldukça farklı. Teoriye göre, bir bebeğin doğumu için annenin harcamak zorunda olduğu zaman babaya göre çok daha fazla. Çünkü bir erkek sadece cinsel birliktelikler yaşayarak soyunu devam ettirme şansı elde edebiliyorken bir kadının soyunu devam ettirmesi ancak ve ancak hamile kaldıktan sonra 9 ay bebeğini rahminde taşıyıp onu hayatta tutmasıyla mümkün oluyor.
Bebeğin dünyaya gelmesi soyun devamı için tek başına yeterli değil. Bebeğin doğumdan sonra yeterince beslenmesi, her an ihtiyaçlarının giderilmesi ve korunması gerekiyor ve bu süreç tipik olarak ergenliğe kadar sürüyor. Bebeğin kendi kendine hareket edemediği ve hayati ihtiyaçlarını gideremediği ilk dönemlerde sürekli bakım görmesi gerekiyor. Cinsel Stratejiler Kuramı'na göre bunu sağlayan kişi de emzirme imkanı olan ebeveyn, yani anne oluyor. Çocuğunun doğumundan sonra ciddi bir bakım verme sürecine giren bir kadın olarak anne, besin bulma ve korunma gibi ihtiyaçları karşılamak konusunda tek başına yetersiz kalıyor. Buna bağlı olarak hamilelik sürecinin başarıyla sonuçlanması, bebeğin doğumdan sonra hayatta kalması ve üreme çağına erişebilmesi için diğer ebeveynin (baba) de bu sürece dahil olması gerekiyor. Bu süreçte anne, yukarıda da söylediğimiz gibi, bebeğin daha kişisel ihtiyaçlarıyla ilgilenirken baba da anneye ve emzirmenin azalıp sonlandığı dönemlerde çocuğa besin sağlama ve günümüzde "aile" dediğimiz bu yapıyı dışarıdan gelecek tehlikelerden koruma sorumluluklarını üstleniyor.
Yine bu teoriye göre, üremenin başarıyla sonuçlanması ve bebeğin büyüyüp üreyebilecek erişkinliğe ulaşması için eş seçimi konusunda kadının bir erkekte bağlılıktan sonra en çok kaynaklara (geçmişte bunun minimum ölçütü besin sağlayabilmekken günümüzde evi geçindirebilmek diyebiliriz) ve sosyal statüye dikkat etmesi gerekiyor. Kaynakların yanında sosyal statü sahibi de olmak, bu "aile" dediğimiz yapıya yaşadıkları insan grubu içerisinde sosyal dışlanma yaşamamak ve grubun ortak kaynaklarından yararlanabilmek gibi faydalar sağlıyor. İnsanların yerleşik hayata geçip daha büyük topluluklar halinde yaşamaya başlamasının günümüzde bilindiği kadarıyla yaklaşık 20.000 yıl önce başladığını ve öncesinde 200.000 yıl kadar bir süre için küçük avcı-toplayıcı gruplar olarak yaşadığını düşündüğümüzde evrimsel sürecin bizlere nasıl bir "eş seçme mekanizması" kazandırdığını anlamak çok daha kolay olabilir. Geçmişte, Buss da dahil birçok bilim insanının yaptığı çok sayıda araştırma kadınların eş seçerken dikkat ettiği özelliklerin evrensel bir tutarlılık gösterdiğini ortaya koydu. Farklı kültürlerden kadınların partner seçerken dikkat ettiği özelliklerde gözlenen benzerlikler, bu benzerliklerin evrimsel süreç içerisinde meydana gelen psikolojik mekanizmalardan kaynaklandığı önermesiyle de örtüşüyor.
Ancak tüm bu evrimsel süreç ve bu süreçte geliştirdiğimiz mekanizmalar kaderimiz olmak zorunda değil. 2019 yılının Eylül ayında yayınlanan bir makaleye göre toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha düşük olduğu ülkelerdeki kadınlar eş seçerken erkeklerin ekonomik kaynaklarına ve sosyal statüsüne çok daha fazla önem verirken toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha yüksek olduğu ülkelerdeki kadınlar bunlara daha az önem veriyor. Bu bulgu dikkate alındığında eş seçiminin tamamen evrimsel süreçte oluşan mekanizmalar yoluyla yapıldığı düşüncesi pek de doğru olmayabilir. Kadınların eş seçerken dikkat ettiği özellikler yaşadıkları bölge ve kültürden de ciddi oranda etkileniyor gibi görünüyor. Geçmiş araştırmalarda elde edilen bulgulardan faydalanarak eş seçiminde evrim ve kültürün etkisini inceleyen araştırmacılar, kültürün de eş seçiminde çok ciddi etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Tüm bunlara ek olarak Buss'un 1989 yılında yayınlanan makalesinde "ev temizliği" ve "yemek yapma becerisi" gibi faktörlerin de erkeklerin eş seçiminde etkili faktörler olarak öne çıkması eş seçiminin sadece evrimsel süreçte geliştirdiğimiz mekanizmalardan etkilenmediğinin bir göstergesi olabilir.
Evrimsel süreç, bize üreme ve hayatta kalma gibi temel amaçlara hizmet edecek psikolojik mekanizmalar kazandırmış olabilir ancak günümüzde "yaşam" bizim için bu iki amaçtan çok daha fazla şey ifade ediyor. Artık tüm insanlık olarak birbirimize daha yakınız, birbirimizi daha iyi tanıyor, görüyor ve duyuyoruz. Felsefe, politika, sanat ve toplumsal hareketler bizi evrimsel süreçlerden daha hızlı değiştiriyor. Dünyanın her yerinden kadınlar artık ekonomik bağımsızlıklarını kazanıyor, aynı anda hem çalışıp hem çocuklarıyla ilgilenebiliyor. Eş tercihlerimiz ve eşlerimizden beklentilerimiz de tüm bu değişimlerden etkileniyor. Geçmişten günümüze elde edilen tüm bulgular, eş tercihlerimiz hakkında açıklayabilecekleri şeyler açısından çok değerli. Bazı bulgular, evrimleşmiş eğilimleri yansıtırken bazıları da toplum tarafından inşa edilmiş cinsiyet rollerinin hayatlarımızdaki etkisini gözler önüne seriyor. Eş tercihlerimizi inceleyen araştırmaların yıllar geçtikçe tekrarlanıyor oluşuysa kısa sürede insanlık olarak ne gibi değişimler yaşadığımızı daha iyi anlamamızı sağlıyor.