Daha önceki yazılarımızda takılma kültüründen bahsetmiştik. Bu yazımızda takılma kültürünü evrimsel bir bakış açısıyla inceleyeceğiz. Evrimsel açıdan baktığımızda, insanların amaca yönelik davranışlarının temelinde hayatta kalma ve üreme olduğunu görüyoruz. Bu perspektife göre, biyolojimiz bizi sosyal olarak tek eşli olmaya yönlendiriyor. Daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz gibi aynı partnerle tekrar tekrar cinsellik yaşamak, bizim o insana koşullanmamızı ve ona bağlanmamızı sağlıyor. Aynı kişiyle vakit geçirmek, o kişiden sevgi ve destek almak, o kişiyle huzur bulmak ve belki beraber bir çocuk büyütmek istiyoruz. Diğer taraftan, cinsel açıdan tek eşlilik; kültür, din, yaş ve cinsiyet gibi faktörlerin etkisinde olan ve toplum tarafından öğretilen bir kavram. O yüzden cinsel açıdan tek eşli kalmak insanların daha bilinçli bir çaba göstermesi sonucu mümkün olabiliyor.
Erkekler, kadınlara göre daha hızlı bir şekilde üreyebiliyorken kadınlar dokuz ay gebelik ve sonrasında emzirmeyle birlikte bir yavrunun dünyaya gelip hayatta kalabilmesi için çok daha fazla zaman ve çaba harcıyorlar. Bu durumun erkek ve kadın arasındaki seks davranışındaki farklılıkların temelini oluşturduğu düşünülüyor. Buna göre, ödenecek bedel ve çaba karşılaştırıldığında, kadınların cinsel birlikteliklerinde erkeklere göre daha seçici olması, uzun vadeli ilişkiler kurması ve dünyaya getireceği yavruyu bu sayede güvenceye alması bekleniyor. Evrimsel olarak, erkeklerin karşısındaki birey ile duygusal bir bağ kurmadan cinsellik yaşamak üreme potansiyellerini artırırken, kadınlar bu tarz ilişkileri -uzun vadede daha büyük bedelleri olması sebebiyle- ancak diğer bir partnerin daha iyi genlerini almak için yaşıyorlar. Bu senaryo aynı zamanda ilişkilerdeki sadakatsizliği ve kıskançlığı açıklamak için de kullanılıyor. Başka bir deyişle, erkek dünyaya gelen yavrunun kendisinden olduğundan emin olmak için kadını baskı ve kontrol altına almaya çalışırken, kadın da daha iyi genlere sahip olmak için sadakatsiz davranışlarda bulunabiliyor. Görebileceğiniz üzere, bu bakış açısı günümüz dünyasına bakıldığında insanların cinselliğe ve üremeye yönelik davranışlarıyla yeterince uyum göstermiyor. Örneğin, bütün kadınlar çocuk sahibi olmak istemiyor, çocuk sahibi olma yaşı hızla artıyor ve kadınlar da erkeklerde görüldüğü kadar yaygın bir şekilde bağ kurmadan seks yapıyorlar.
Yapılan araştırmalar kadınların yalnızca %8'inin takılmalarını geleneksel bir ilişkiyle sonlandırma beklentisi içerisinde olduğunu gösteriyor. Buna bir neden olarak kadınların biyolojik olarak üreme kapasitesinin başlangıcı olarak görülen ilk reglin modern kadındaki yaşının düşmesi gösteriliyor. Üstelik modern çağda ilk regli hamileliğin takip etmesi gibi bir zorunluluk da yok. Amerika'da toplanan verilere göre kadınların ilk çocuk sahibi oldukları yaş 1970'lerden beri yükseliyor. Modern çağda, kadının menopoza kadar üremek için fazlaca zamanı oluyor. Bu sebeple de modern kadın stabil bir yaşam biçimi oluşturmayı ileri zamanlara erteleyebiliyor. Bu durum da kadın için cinselliği yaşamaya ve keşfetmeye zaman ve imkan tanıyor. Bu yaklaşım kadınların da takılma kültürü içerisinde erkeklere benzer motivasyonlarla var olabilmesini açıklıyor. Başka bir deyişle, kadın da - erkek kadar - sadece seks yapmak için seks yapabilir hale geliyor. Üstelik, modernleşen dünyayla birlikte artan korunma yöntemlerinin seks yoluyla bulaşan hastalıklara ve gebeliğe engel olması da modern kadının cinselliği daha özgür yaşayabilir hale gelmesine katkı sağlıyor.
Görüldüğü üzere takılma kültürü geleneksel evrimsel yaklaşımın sunmuş olduğu çiftleşme stratejilerine uymuyor. Bu model takılma kültürüne kadınların da erkekler kadar katılmasıyla da çelişiyor. Evrimsel argümanlar, seksi sadece üreme davranışıyla bağdaştırsa da seks insanlarda sadece üremeye hizmet etmiyor. Cinsiyet veya cinsel yönelim fark etmeksizin, insanlar yakınlık, seks veya aşk isteyebiliyor.