Objeleştirme, en genel haliyle, bir insanı diğer tüm özelliklerini ikinci plana atarak, kullanılabilir bir obje gibi tek yönlü algılamak olarak tanımlanabilir. Daha spesifik bir bağlamda ise objeleştirme, özellikle kadınların; kişiliklerinden, başarılarından, duygularından ziyade fiziksel özellikleri ve cinsel çekicilikleri üzerinden değerlendirilmeleri anlamında kullanılıyor. Kadınlar, medyanın ve toplumun sürekli olarak ön plana çıkardığı kadın temsilleri sebebiyle küçük yaştan itibaren güzelliğin kendilerinin değerini belirleyen en kritik özelliklerden biri olduğu algısıyla büyüyorlar ve bu durumun sonuçları kadınların eğitim hayatları, iş hayatları, sosyal hayatları gibi çeşitli alanlarda kendisini gösteriyor. Bu algı, aslında sadece kadınları değil, toplumdaki tüm bireyleri ve kurulan ilişkileri ciddi ölçüde etkiliyor. Yazımıza başlarken, bu olgunun toplumsal cinsiyet normları ile yakından ilişkili olması ve mevcut araştırmaların bu birey ve ilişkilere odaklanmış olmaları sebebiyle objeleştirme kavramını kendilerini biyolojik cinsiyetleriyle tanımlayan bireyler ve heteroseksüel ilişkiler üzerinden inceleyeceğimizi belirtmekte fayda görüyoruz.
Kadınlar yakın çevreleri veya toplum tarafından objeleştirmeye maruz kaldıkça bedenlerine dışarıdan birinin gözüyle bakmaya ve kendilerini de objeleştirmeye başlıyorlar. Vücutların görünüşünün işlevselliğinden daha önemli hale gelmeye başladığı bu durumda çoğunlukla beden aşağılama (body shaming) davranışları ortaya çıkıyor. Kendilerini objeleştiren kadınların öz güvenleri azalıyor ve yeme bozukluğu, cinsel sorunlar, depresyon gibi rahatsızlıklar deneyimleme ihtimalleri artıyor. Hatta bir araştırmada, bir gözlemci tarafından bedenlerinin incelenmesi, görünüşlerine iltifat edilmesi yoluyla oblejeştirmeye maruz bırakılan kadınlar diğer katılımcılara göre matematik testi gibi fiziksel özellikleriyle doğrudan ilişkili olmayan bir alanda dahi daha düşük puanlar alıyorlar.
Romantik ilişkiler özelinde fiziksel çekicilik ve çekim, evrimsel sürecin romantik ilişkilerin başlaması bağlamında kendini gösterdiği çok önemli bir noktada duruyor. Partner tarafından çekici bulunma arzusu ve partner tarafından cinselleştirilme/objeleştirilme isteği çok ince bir çizgi ile birbirinden ayrılıyor. 2008 yılında yürütülen bir araştırma kadınlara romantik ilişkilerle ilgili sözler sarf edildiğinde dahi kendilerini objeleştirmeye daha meyilli olduklarını gösteriyor. Aslında partner tarafından çekici bulunma arzusu ve partner tarafından objeleştirilme isteği birbirinin zıttı sonuçlar doğuruyor. Partner tarafından çekici bulunmak ve arzulanmak ilişkiden duyulan memnuniyeti arttırırken objeleştirme yukarıda bahsettiğimiz sebepler sonucunda memnuniyeti düşürüyor. Partner tarafından objeleştirilmek kadınların cinsel yaşamları üzerinde daha az kontrollerinin olmasına, isteklerini söyleme ve istemediklerini reddetmede daha çekingen olmalarına da sebep oluyor.
Kadınların objeleştirilmesine sürekli maruz kalmanın erkekler ve kurdukları ilişkiler üzerindeki etkisi de fazlasıyla olumsuz oluyor. Örneğin, kadınların objeleştirildiği görsellere bakmak, erkeklerin kaygı ve şiddete eğilim seviyelerini artırıyor ve karşılarındaki kişiyi daha az yetkin, samimi ve insani algılamalarıyla ilişkilendiriliyor. Kişi, birini objeleştirdiğinde onunla alakalı insani ve ahlaki kaygıları azalıyor, bir objeye şiddet uygulamak daha kolay bir içsel süreç olduğu için kişinin objeleştirdiği bireye şiddet uygulama ihtimali artıyor. Bu şiddet; duygusal manipülasyon, cinsel baskı veya fiziksel, psikolojik, cinsel şiddet olarak karşımıza çıkabiliyor. Bunların yanı sıra, objeleştirme partnere karşı yapılıyorsa partnerin bedeninden utanma ve partneri aşağılama davranışları da başlayabiliyor. Bu durum ile hem ilişki memnuniyetinde düşüş hem de bunun ötesinde kadına yapılan cinsel baskı ve zorlama arasında bir ilişki bulunuyor. Şiddetin çoğunlukla yakınımızdaki insanlardan geldiğini de göz önüne alırsak bu, ilişkilerimizde dikkat etmemiz gereken bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Feminist hareket ile günden güne kadınların birer birey olarak güçlenmesiyle cinsellikleri daha görünür hale geliyor. Kadınlar diğer özelliklerinin yanı sıra cinselliklerini ve cinsel çekiciliklerini de daha görünür kılmak isteyebiliyorlar. Ancak kadınların en önemli özelliklerinin güzellikleri olduğunu varsayan bir toplumsal yapının içinde cinselleştirme (sexualization) adı verilen bu durum kadınların çıkarına hizmet etmekten uzaklaşabiliyor. Bunun yerine cinselleştirme, süregelen kadın rollerinin veya cinsiyetçi davranışların ürünü olarak kadını objeleştirmek amacıyla kullanılabiliyor. Medyada kadının güçlenmesi adı altında klasik cinsiyet rolleri besleniyor ve kadınlar objeleştiriliyor. Bireyler üzerinde yapılan araştırmalar da bunu destekleyen sonuçlar ortaya koyuyor. Cinselleştirmeden keyif alan kadınlarla yapılan araştırmaların önemli bir kısmında "Kadınlar erkekler tarafından korunmalıdır" gibi toplumsal kadınlık rolleri ile uyumlu ve cinsiyetçi söylemlerin de bu kadınlar tarafından doğrulandığı görülüyor. Bu şekilde, cinselleştirme maskesi altında gizlenen objeleştirme davranışları ile kişilerin öz güveni de artabiliyor ancak bu çoğu zaman geçici veya sürekli olarak pekiştirilmeyi ve onay görmeyi bekleyen, kırılgan bir öz güven oluyor. Tüm bunlar, cinselleştirmeyle kendini objeleştirmenin ayrımını yapabilmek için davranışlarımızın temel motivasyonlarını sorgulamamız gerektiğine işaret ediyor.
Cinsellikten keyif almak, kendi bedeninin ve cinselliğinin farkında olmak ve bunlar üzerinde hakimiyet kurmak, kendini keşfetmenin son derece doğal ve önemli bir parçası. Ancak bedeniniz bir yapboz gibi diğer tüm özelliklerinizle bir araya gelerek sizi oluşturduğunda esas anlamını kazanıyor. Partnerinizin gözünde de ancak tüm kimliğiniz resme dahil olduğunda cinsellik, ilişkiyi besleyen parçalardan biri oluyor. Tam da bu sebeplerle, "Objeleştirmeye maruz kalıyor muyum veya kendimi objeleştiriyor muyum?", "Partnerime veya bir başkasına bunu yapıyor muyum?" gibi soruları dönem dönem kendimize sormamız gerekiyor. Kararlar almak, şiddet veya baskı davranışlarıyla yüzleşmek çoğu zaman kolay olmuyor; ancak farkındalık kazanmanın bir durumu değiştirebilmenin ilk adımı olduğunu unutmamak gerekiyor.