Amerikan Psikoloji Birliği (APA) Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu'nu (DEHB) dikkatsizlik, olağan dışı hareketlilik veya anormal derecede aktif olma ve dürtülerine hakim olamama ile nitelendirilen bir nörogelişimsel bozukluk olarak tanımlıyor. Her ne kadar çocuklara özgü bir durum gibi düşünülse de yetişkin kişiler de semptom gösterebiliyor veya yetişkin hayatlarında DEHB teşhisi alabiliyor, zira literatürde Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu da yer alıyor. Bu durumun bireylerin yaşantılarındaki etkisini genellikle akademik açıdan bir öğrenme bozukluğu şeklinde duyuyor olsak da aslında bu durum bireyleri birçok açıdan etkiliyor. Bu yazımızda bu etki alanlarından biri olan sosyal ilişkilere odaklanıyoruz.
Araştırmalar DEHB'si olan yetişkinlerin öz düzenleme (irade) becerilerinin DEHB'si olmayan kişilere kıyasla daha düşük seviyede olduğunu gösteriyor. Bu durum bireylerin yetişkinlik tecrübelerini olduğundan zor bir hale getirebiliyor. Bu şekilde DEHB'li kişiler toplum tarafından inşa edilen normale ayak uyduramayıp çeşitli sosyal problemlerle karşılaşabiliyorlar. Örneğin, DEHB'li çocukların ve ergenlerin gösterdikleri semptomlar dolayısıyla yaşıtları tarafından daha az kabul gördükleri ortaya çıkıyor. Uyum sağlayamayan ve reddedilen kişilerin, kurdukları ve/veya kuracakları yakın ilişkilerde öz güvensiz bir tutumları olabiliyor. Başka bir sonuç ise kişilerin kendilerini yetersiz bularak veya incinmekten korkarak yakın ilişkilerden kaçınması yönünde olabiliyor. Yakınlaşma korkusu uzmanlar tarafından dikkatsizlik semptomu ile ilişkilendiriliyor. Bu semptomlara sahip kişiler geçmiş ilişkilerini daha kaygılı bir perspektiften değerlendirebiliyorlar.
Söz konusu DEHB'li kişilerin romantik ilişkileri olduğu zaman; ilişki problemlerinin, düşük ilişki memnuniyetinin, boşanmaların, birden fazla kez evlenmenin, sık sık partner değiştirmenin ve ayrılıkların daha yaygın olduğu gözlemleniyor. Bunun sebebinin, DEHB semptomlarının kişilerin benlik algılarını olumsuz bir şekilde etkilemesi ve semptomların yoğunlaşması ile birlikte stresin ve uyumsuz savunma mekanizmalarının artması olduğu düşünülüyor. Bu savunma mekanizmalarını kısa vadede bireye iyi hissettirebilen fakat uzun vadede zararlı olan davranışlar olarak tanımlayabiliyoruz. Bu davranışlara örnek olarak yeme bozukluklarını, alkol-madde kullanımını, mağaza hırsızlığını, kendine zarar verme davranışını, kompulsif (dürtüsel) yalan söylemeyi ve riskli davranışlarda bulunmayı gösterebiliriz. Araştırmalar, uyumsuz savunma mekanizmalarının evli çiftlerin ilişkisinde bulunması durumunda ilişkinin boşanma ile sonuçlanabileceğine işaret ediyor.
DEHB'li bir kişinin ilişki içinde yaşayabileceği potansiyel bir sorun, DEHB'nin ilişkiye olan etkisinin taraflar tarafından yeterince anlaşılmaması oluyor. Örneğin, DEHB'li kişi DEHB'si olmayan partnerini kontrolcü, katı, talepkar ve kritik derecede ebeveynsel görebilecekken partneri de onu bunların tersi, çocuksu ve asi olarak görebiliyor. Bunun sonucunda iki tarafta da partnerlerinden şikayet etme durumu görülebiliyor.
Dikkat eksikliği, kişilerin romantik ilişkilerinin yanı sıra partnerleri ile aralarındaki cinsellik ilişkisini de etkileyebiliyor. Dürtüsel semptomları yoğun kişilerde ön sevişmeye pek önem vermeyip cinsel birleşmeyi aceleye getirme eğilimi görülüyor. Bu kişilerin ayrıca daha çabuk sıkıldığı, daha kolay ve sık bir şekilde kaçamak yapabildiği ve riskli ilişkilerde bulunabildiği de ekleniyor. Bunlara dayanarak DEHB'li kişilerin ilişkilerindeki duygusal katılımları incelendiğinde katılım oranlarında partnerlerine kıyasla bir düşüklük görülüyor.
Öte yandan, başka bir çalışmada DEHB'li ergenler ve tipik gelişim gösteren gençler arasında yapılan, kişilerin ilişkilerindeki tutumlarının ölçülmesi amaçlanan bir araştırmada iki grubun arasında büyük bir fark bulunmuyor. Tipik gelişim gösteren yaşıtlarına kıyasla daha çok partnerleri olmasına rağmen DEHB'li kişiler de yaşıtları ile aynı dönemde romantik ilişkilere girmeye başlıyor.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ile yaşıyor olmanın kişilerin hayatını birçok açıdan daha zor hale getirebilen bir etken olduğu aşikar. Fakat, sosyal ilişkilenmeleri konusundaki potansiyel sorunların aslında partnerlerinden değil, bireylerin benlik algısından kaynaklandığını söyleyebiliriz.