Geleneksel erkeklik anlayışının kendisine medyada en çok yer bulduğu grup sporcular olduğu için, spor tarihi de sporcuların erkekliklerinin yetersiz olduğu eleştirilerinin üzerine fazla düşünülmeden, sırf zarar vermek amacıyla kullanıldığı örneklerle dolu. Bu yüzden onların üzerindeki baskıyı rahatlıkla toplumdakinin bir yansıması olarak görebiliriz. Üstelik, cinsiyet normlarının kadınlar ve cinsel azınlıklarla beraber erkeklerde de çok derin yaralara sebep olduğunu göz önünde bulundurursak bu yaraların izlerini erkeklerin gerek romantik gerek arkadaşlık gerek de aile ilişkilerinde gözlemleyebiliriz. Toplumdaki geleneksel erkeklik ideolojisini dört temel yargıyla özetleyebiliriz:
- Erkekler feminen olmamalıdır.
- Erkekler başarılı ve saygı duyulur olmayı hedeflemelidir.
- Erkekler asla güçsüzlük göstermemelidir.
- Erkekler şiddete dahi ulaşacak seviyede risk ve maceraya açık olmalıdır.
Maalesef, bu özellikleri belirgin şekilde gösteren erkeklerde yakınlıktan kaçınma, romantik ilişkilerden tatmin olmama, çocuk bakımında baba olarak daha az rol alma, duygularına yabancılaşma ve taciz ve tecavüze yatkınlık gibi sorunların gözlenme seviyesi daha yüksek oluyor. Duygularına ket vurmak toplumda erkeklere sıkça öğütlense de bu durum duyguların körelmesine ve kötü duygularla beraber iyi duyguların da bastırılmasına sebep olduğu için aslında erkeklerin insan olarak hissiz ve ölü canlılara dönüşmesiyle sonuçlanıyor.
Erkekler en çok da güçsüz olduklarını veya yakınlık kurmak istediklerini belirtecek duyguları göstermekte zorlanıyorlar. Bu da onların çevrelerindeki insanlarla güçlü duygusal bağlar kurmalarını çok zorlaştırıyor. Hissetmeyen ve hissettiğinde de bunu göstermeyen erkekler kendilerini varoluşsal ve duygusal bir yalnızlığa sürüklüyor. Ayrıca erkeklerin birbirlerine sevgilerini göstermekten kaçınması da aralarındaki ilişkilerin daha sağlam temellere oturmasını engelliyor. Bu da erkeklerin kendi aralarındaki ilişkilerin sığ olmasına sebep oluyor. Çapkınlık, cinsiyetçilik (özellikle de kadınlardan üstün oldukları düşüncesi) ve kendi kendine yetebilme isteği ise erkeklerin akıl sağlıklarını en olumsuz seviyede etkileyen erkeklik özelliklerinden birkaçı. Üstelik bunların sadece heteroseksüel erkekler için değil cinsel azınlıklar için de geçerli olduğu bulunuyor.
İronik bir şekilde cinsiyetçilikten yarar sağlıyormuş gibi gözüken erkeklerin yine cinsiyetçilik yüzünden akıl sağlıkları kalıcı bir şekilde zarar görüyor. Başka bir deyişle, bütün bu cinsiyetçi sosyal normlar birbirlerini tetikleyerek hepimizi kısır bir döngüye sokuyor. Erkeklerin romantik partnerleri dışında kimseyle duygularını paylaşamamaları ise heteronormatif bir dünyada kadınların erkeklerin bakıcılarına dönüşmelerine sebep oluyor.
Kadın haklarını savunan siyasi hareketlerle beraber, ev işlerini paylaşmak, daha aktif bir babalık rolü üstlenmek veya en derin hislerini paylaşmak gibi baskılar 1990'ların ortalarından beri erkeklerin erkek oldukları için duydukları gururun hiç olmadığı kadar azalmasına sebep oldu. Öyle inanıyoruz ki bütün bu - olumlu - baskılarla beraber artık geleneksel erkeklik kavramının sorgulanıp, baştan yaratılmasının ve toplumun bütün bireylerine zarar veren mevcut cinsiyetçi değerlerin bir kenara bırakılmasının zamanı çoktan geldi de geçiyor.