Koronavirüsün dünya çapındaki hızlı yayılışı, sağlığımız ve yakınlarımızın sağlığı konusunda hepimizin çok daha fazla tedbir almaya başlamasına sebep oldu. Eğitime ara verilmesi; çeşitli ulaşım yollarının kullanıma kapatılması; konser, tiyatro, maç gibi kitlelere açık etkinliklerin iptalleri bu tedbirlerin sadece birkaç örneği. Bu büyük çaplı önlemlerin dışında, bir de kişisel olarak alınması gereken önlemler var ki, bunların başında; fiziksel temastan olabildiğince kaçınmak, kalabalık yerlerde bulunmamak ve hatta gerekmediği sürece evden çıkmamak geliyor. Bu sosyal mesafelendirme hali virüsün yayılmasını ve durumun hepimiz için daha da kötüleşmesinin önüne geçiyor. Peki tüm bu sosyal mesafelendirme durumu, bizleri nasıl etkiliyor?
Sosyal bir bağ kuramamak, bir başka deyişle, çevremizde bize iyi gelen bir dostumuzun, partnerimizin ya da bir aile üyemizin eksikliğini hissetmek, sağlığımız üzerinde günde 15 sigara içmek kadar olumsuz bir etkiye sahip. Öte yandan, yalnızlık ve sosyal izolasyon hem ruh hem de beden sağlığımıza obezitenin neredeyse iki katı kadar zarar veriyor. Koronavirüs, bağışıklık sistemi daha zayıf olan yaşlı nüfus için çok daha büyük bir tehlike arz ediyor ve bu nedenle aslında tüm bu sosyal izolasyondan en çok yaşlı nüfus etkileniyor. Yapılan çalışmalar, istikrarlı bir şekilde benzer sonuçlar ortaya koyuyor. Yalnızlık ve sosyal izolasyonun özellikle de yaşlıların ruh ve beden sağlıklarına ciddi derecede olumsuz etkileri olduğu bulunuyor. National Academies of Sciences'ın kısa süre önce yayınladığı rapora göre, yaşlıların %43'ü kendisini yalnız hissettiğini belirtiyor. Halihazırda kendini yalnız hisseden bir yaş grubundan kişilerin sıradışı bir düzeyde sosyal izolasyonla karşılaşmasının bu kişilerin ruh ve beden sağlığı açısından endişe verici bir durum olduğu sonucuna varmak pek de zor değil.
İnsanlar, grup içerisinde kendilerini daha güvende hissedecek şekilde evrimleşmiş olsa da, koronavirüs krizi nedeniyle ne kadar süreceğini öngöremediğimiz bir süre boyunca birbirimizden eskisine kıyasla daha izole bir şekilde yaşamamız gerekiyor. Bu doğamıza aykırı bir durum olduğu için bize kontrolü kaybettiğimiz hissini verebiliyor ve kaygı düzeyimizi olumsuz etkileyebiliyor. şu anda yaşadığımız ve belki de önümüzdeki günlerde daha fazla hissedeceğimiz sosyal boşluğu ve endişe halini ortadan tamamen kaldıramıyor olsak da, bu olumsuz duyguları hafifletmenin yolları mevcut.
2009 yılında domuz gribinin tüm dünyaya yayıldığı sırada yapılan bir araştırma, belirsizlikler karşısındaki tavrımızın endişe seviyemiz üzerinde bir belirleyici olduğunu gösteriyor. Öyle ki, belirsizliğe karşı daha fazla tolerans gösterebilen kişilerin endişe seviyeleri de daha düşük oluyor. Peki belirsizliğe karşı nasıl bir tutum sergilemeliyiz? Günlük hayatta kesinlik aradığımız davranışları bir kenara bırakabilirsek, yaşadığımız endişe azalabiliyor. Örneğin, bir sorunun cevabına ihtiyacınız olduğunda arkadaşınıza hemen mesaj atıp öğrenmeye çalışmayın veya sürekli hava durumunu kontrol ediyorsanız bir sonraki sefer bakmamaya çalışın. Aynı şekilde, bu yanınızı güçlendirdikçe internetten koronavirüs ile ilgili haberleri ve salgınla alakalı sosyal medya paylaşımlarını incelemeyi azaltabilirsiniz.
Öte yandan, koronavirüsün ölüme sebebiyet verebiliyor olması, özellikle de daha yaşlı kişileri ölümlü olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmeye itebiliyor ve bu da ayrı bir stres kaynağı oluşturarak ölüm endişesine neden olabiliyor. Sağlık sorunları ölüm korkusunu tetikleyebiliyor ve dolayısıyla endişeyi artırarak herhangi bir hastalık semptomuna karşı aşırı "dikkatli" olmaya yol açabiliyor. Bu gibi durumlarda, sizin için önemli bir anlamı olan şeyler, kişiler veya amaçlarla bir bağ kurmak faydalı olabiliyor.
Tüm bunlara ek olarak, söz konusu bizi şimdi değil de gelecekte etkileme olasılığı olan durumlar olduğunda, bu durumla nasıl başa çıkacağımız konusunda gerçekçi olmayan bir tavır sergiliyoruz. Bir başka deyişle, başımıza olumsuz bir olay geleceğini hayal ettiğimizde o olayın bizde yaratacağı etkiyi gözümüzde büyütüyoruz, gerçeklikten uzak felaket senaryoları yazabiliyoruz. Olumsuz bir olay başımıza geldiğinde ise çoğunlukla tahmin ettiğimizden daha az etkileniyoruz. Tam da bu durumda, sandığımızdan daha dayanıklı olduğumuzun farkına varmak bile endişelerimizin azalmasına yardımcı olabiliyor.
Koronavirüs şu anda %3.4 ölüm oranıyla evrensel bir hastalık olarak kabul edilmiş son derece ciddi bir virüs ve bu nedenle önlem almamız da oldukça elzem. Fakat araştırmalar bize yabancı olan tehditleri gözümüzde olduklarından daha fazla büyütmeye meyilli olduğumuzu gösteriyor. Yani, tehdit ne kadar bilinmez ve yabancı olursa onu o kadar abartma eğilimi sergiliyoruz. Bu noktada ruh sağlığımız için en etkili olacak yöntemin, tehdidin ne olduğunu elimizden geldiği kadarıyla anladıktan sonra, alabileceğimiz önlemleri alarak gerçekçi bir şekilde bu duruma yaklaşmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte panik ve endişe hislerinin normal olduğunu bilerek bu hislerle başa çıkmamıza yardımcı olacak stratejilerden faydalanabilir, kendimizi hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı tutmak için normalden biraz daha fazla çaba göstermeye çalışabiliriz.