Sıradan hayatlara sahip iki kadının sıra dışı yolculuklarına eşlik ettiğimiz film Thelma and Louise, klasik bir yol filmi olmanın çok ötesinde. Film, barındırdığı feminist ögelerle sinema tarihinin en önemli yapıtları arasında yer alıyor. Kadınlar arası dostluğun benzersiz örneklerinden biri olan filmin senaryosu Akademi Ödüllü senarist Callie Khouri'nin kaleminden çıkıyor. Filmin yönetmen koltuğunda ise American Gangster, Alien ve Blade Runner filmlerinden tanıdığımız, sör ünvanına sahip İngiliz film yönetmeni Ridley Scott oturuyor. Eşsiz senaryosunun yanı sıra kusursuz görüntüleri ile de hafızalara kazınan filmde başrolleri Thelma rolü ile Geena Davis ve Louise rolüyle Susan Sarandon paylaşıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Harvey Keitel, Michael Madsen ve Brad Pitt gibi ünlü isimler de buluyor.
Film, Amerika'da çok sayıda kadın senatörün seçilmesinin ardından "Year of the Woman" (Kadınlar Yılı) olarak tanımlanan 1992 senesinde, katıldığı birçok festivalden ödüllerle dönüyor. Oscar ve Golden Globes'ta "En İyi Senaryo Ödülü" kazanmış; iki başrol oyuncusunun aynı anda "En İyi Kadın Oyuncu" kategorisinde aday gösterilmesiyle de bir ilke imza atıyor. Kültürel, tarihi ve estetik açıdan önemli olduğu gerekçesi ile Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Film Arşivi tarafından korumaya alınan film, feminist filmler arasında bir sembol olarak nitelendiriliyor.
Taşıdığı toplumsal mesajlara ve feminist ögelere ek olarak Thelma and Louise, iki kadın arasındaki dostluğu tüm yönleriyle, daha önce hiç bakılmamış bir açıdan ele alıyor. Thelma; henüz 18 yaşındayken lise aşkı Darryl ile evlenmiş, hayatını eşinin gölgesinde yaşayan, aklı bir karış havada bir ev hanımı. Louise ise geçimini garsonluk yaparak sağlayan, bağımsızlığına düşkün, oldukça düzenli ve sert mizaçlı biri. Film, bu iki karakterin kimseye haber vermeden bir yolculuğa çıkmalarıyla başlıyor. Yolculuk boyunca başlarına gelen olaylar ise karakterleri öngörülemeyecek bir biçimde değiştiriyor.
20. yüzyıl sinemasında önemli bir yer tutan kadınlar arası dayanışma teması, diğer bir adıyla "sisterhood" teması, bugüne kadar bilimsel birçok çalışmaya da konu oldu. Pek çok bilim insanı bu dostluğu incelemiş, bu konuya tarihsel değişiminden negatif ve pozitif yanlarına kadar pek çok farklı açıdan ışık tutuyor. Bahsedilen bu bilimsel araştırmalar sonucu elde edilen sonuçların örneklerini Thelma and Louise filmi üzerinden de rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
Yapılan çalışmalara göre, kadınlar arkadaşlarına karşı düşüncelerini sözlü bir şekilde dile getirme konusunda erkeklere göre başarılılar. Diğer bir deyişle, kadınlar arasındaki arkadaşlık erkeklerinkine kıyasla daha açık sözlü bir iletişim içeriyor. Filmde de Thelma ve Louise birbirlerine karşı iyi veya kötü tüm tepkilerini açıkça söylerken Darrly, Jimmy ve hatta diğer erkek polislerin sözlü iletişim konusunda daha kapalı olduklarını gözlemleyebiliyoruz.
Kadınlar arası dostluğun diğer bir olumlu yanı ise kadınların birbirleri için zorluklara karşı bir destek oluşturmaları. Kız kardeşlik olarak da tanımlayabildiğimiz bu tür dostlukların en önemli özelliği, kadınların ataerkil düzenin hakim olduğu bir toplumla verdikleri mücadelelerde birbirlerinin en büyük destekçileri olmaları. Sözlü veya fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar, kız kardeşleri sayesinde yalnız olmadıklarını hissediyorlar. Thelma and Louise izlerken de ikilinin birbirlerine her anlamda nasıl destek olduklarına şahitlik edebiliyorsunuz. Henüz yolculuklarının başındayken, mola verdikleri bir noktada tanıştıkları Harlan isimli bir adam Thelma'ya tecavüz etmeye kalkışıyor. Tam bu sırada gelen Louise, Thelma'yı kurtarır ve Harlan'ı öldürüyor. Film, bir yandan cinayetten aranan ikilinin kaçışını konu ederken, bir yandan da birbirlerine sağladıkları fiziksel ve psikolojik desteği gözler önüne seriyor.
R. E. Adams ve meslektaşları tarafından yapılan bir çalışma, kadınların arkadaşlıklarını zor zamanlarında birer kalkan olarak gördüklerini gösteriyor. Aynı çalışmaya göre, bu tür arkadaşlıklar kadınların öz güvenlerini arttırırken sorunlarla mücadele mekanizmalarının da gelişmesini sağlıyor. Filmde cinayetin ardından birer kaçak konumuna düşen Thelma ve Louise, bir yandan hayatta kalmaya çalışırken diğer yandan kendi sınırlarını bir bir aşıyorlar. Bir problemle karşılaştığında ne yapacağını bilemeyip cevabı hep başkasından bekleyen Thelma, para sorunlarını çözmek için bir marketi soyuyor. Bir başka sahnede ise filmin başında silahı eline bile almaktan korkan aynı karakter, bir polis memuruna doğrulttuğu silah ile kaçmalarını sağlıyor. Benzer bir biçimde baskıcı insanlar karşısında sessiz ve çekingen kalan, daima kurallara uyan Louise; altındaki klasik Thunderbird ile hız sınırlarını aşarak polislerle oldukça şiddetli bir kovalamacaya giriyor. Bizler de yaptıklarının doğru ya da yanlışlığından ziyade bu ikilinin birlikte nasıl bir değişim geçirdiğini izliyoruz.
Kısa süre içinde yaşadıkları deneyim ile bambaşka kişilere dönüşen, artık birbirlerinin ailesi haline gelen Thelma ve Louise bizi öngöremediğimiz bir sonla karşılıyor. Filmin son sekansında, polislerle girdikleri kovalamaca sonucunda, Thelma ve Louise kendilerini Büyük Kanyon'un yanı başında, etrafları polislerle çevrili bir halde buluyor. Geldikleri noktadan artık eski hayatlarına dönmek istemeyen ikili, arabayı sürmeye devam ederken, film Thunderbird'ün kanyon üzerinde uçarken gökyüzünde asılı kaldığı bir an ile bitiyor. Dondurulmuş bu kare, Thelma'nın "Devam edelim. Gidelim." repliği ile birleşince akıllara Fransız sosyolog √É‚Ä∞mile Durkheim'ın "Kendimizi sınırlardan kurtulmuş hissettikçe, her türlü sınırlanma bize dayanılmaz gelir." sözünü hatırlatıyor.