"Ya o sonuna dek gidip de bir tek servi göremeyeceğiniz 'Sıra Serviler Caddesi': Asfalt, üst üste beton yapılar, otomobiller sürüsü, hızlı yürüyen insanlar sürüsü… Bu yolun servili olduğu zamanlar da insanlar böyle mi yürürdü?"
Modern şehir hayatının birey üzerindeki etkileri, sanayileşme sonrası topluma yabancılaşan ve yalnızlaşan insanların hayatları, Batı edebiyatında yirminci yüzyılın başından itibaren dile getiriliyor. Ayrıca, moderniteyle birlikte şehirlerde ortaya çıkan figürlerden biri olan aylak (flaneur) insanlar, yalnızlaşan bireyi önemli açılardan temsil ediyor. Flanör tipi özellikle de Rus ve Fransız edebiyatlarına kıyasla, edebiyatımıza geç bir tarihte giriyor. Yusuf Atılgan, Türk edebiyatında, öncesinde Sait Faik Abasıyanık'ın Lüzumsuz Adam (1948) kitabında rastlanabilecek bir temayı ilk defa bu denli geniş bir çerçevede ele alıyor ve Aylak Adam (1959) yazıldığı tarihten bugüne Türk edebiyatının en çok okunan, tartışılan yapıtlarından biri haline geliyor.
Romanın başkarakteri C. hızla akıp giden zamanın ve çeşitli işlere koşturan kalabalıkların arasında yapayalnız. Belirli ideallere ya da yeteneklere sahip alışılagelen diğer roman karakterlerinin aksine antikahraman (antihero) olarak tanımlanabilir. Yusuf Atılgan tam bir ad bile vermiyor karakterine, ondan kısaca C. olarak bahsediyor. C. işsiz, bir işe de ihtiyacı yok; çünkü büyük bir mirasın sahibi. Alışkanlıklar içinde tekdüze bir yaşamı sürdürmekten korkuyor; ama dişe dokunur işler yapmayı da istemiyor. Bazen içini bir şeye geç kaldığı duygusu kaplıyor ama nedenini anlayamıyor. Ona göre her gün birbirinin tekrarı, herkes birbirinin aynısı. İnsanların rutin bir hayatı sırf adı yaşamak olsun diye yaşadıklarına inanıyor. Gündelik hayatın koşuşturmacasında rengini, neşesini ve kimliğini kaybeden insanları gözlemliyor. Onların içinde fakat onlardan uzak. Herkesin her gün belli bir işi yapmak üzere güne başladığını, gününü bir önceki gün gibi geçirdiğini, sonraki gün tekrar aynı işi yaptığını ve bir döngüye hapsolduğunu düşünüyor.
Diğer yandan, Aylak Adam'ın başkarakteri C.'yi Dünya edebiyatında pek çok örneği olan klasik flanör tipinden ayıran önemli noktalar var. C. karakteri genelde edebiyatımızın ilk flanörü kabul edilirken, edebiyat eleştirmeni Nurdan Gürbilek onun klasik bir flanör olduğu görüşüne katılmıyor. Ona göre Yusuf Atılgan'ın sıkıntısı aylak tipini yetkin şekilde işleyen Baudelaire'in Paris Sıkıntısı'ndaki gibi değil. C. şehrin ışıltılı sokaklarında kendini evinde gibi hisseden, günleri eğlence içinde geçen, geçici heyecanlardan tat alan bir karakter değil.şehir, onun için ışıltılı caddeleri ve modern bir hayatı değil; korna seslerini, gürültüleri ve kayıtsız insanları temsil ediyor. Yine de yer yer şehri sevdiğini belirtse de havada kalan bir sevgi bu. Kendini gittiği hiçbir yere ait hissedemiyor. Mütemadiyen bir şeyleri kaçırıyor, kaçırmasa bile geç kaldığı duygusu içinde, hep yalnız ve eğreti.
Yusuf Atılgan'ın üslubu romanının içeriğiyle ve karakteriyle paralellik gösteriyor, ki bu da Aylak Adam'ın ayırıcı özelliklerinden biri. Anlatıma kısa, kesik, düz cümleler hakim. Sanatlı bir dil yerine daha yalın bir Türkçe tercih ediyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın aşk, boğaz, mavi sular, huzur veren tabiat ve kültürle harmanladığı şehir kavramının aksine, Yusuf Atılgan'ın şehri kornalar, düdükler, kalabalıklar, gürültü ve küfürlerle dolu bir yaşam alanı.şehir; hayatını sınırlayan, ona engeller koyan, kimi zaman tutsak olduğunu hissettiren, hem karşı koyduğu hem de onsuz olamadığı, gündelik hayatını, kararlarını ve eylemlerini kuşatan bir unsur olarak tüm metin boyunca C.'ye eşlik ediyor.
Aylak Adam aydınların toplumdan kopukluğu, aylaklığın övgüsü, ilkelerin yitirilmesi gibi farklı konu başlıkları altında eleştirilere de neden oluyor. Fethi Naci'ye göre ise bu roman aylaklığı öven, avareliği halka sevimli göstermeye çalışan, aile ve işe saldıran, gelişigüzel yazılmış bir roman değil. Romanı, toplumcu bakış açısının da etkisiyle, bambaşka bir şekilde yorumlar. Ona göre C. hayattaki tek gayesi gerçek sevgiyi aramak olan ama onu bulamayan, dolayısıyla başka tutamaklar aramanın gerekliliğini insanlara gösteren bir karakter. Yani Yusuf Atılgan'ın romanı aracılığıyla okurlarına mesaj verdiği görüşünde. Çıkmaza düşen C.'nin mutsuz olacağı mesajını bilinçli olarak okura sezdirmek için romanın yarım bırakıldığını, karakterin sonunu görmememizin nedeninin bu olduğunu da ekliyor.
Ayrıca C., babasıyla çocukluğundan yetişkinliğine dek sağlıklı şekilde iletişim kuramıyor. Hayatındaki en büyük korkularından biri babasına benzemek. Çocukluğunda, evin hizmetçisini ve babasını bir arada gördüğü bir sahne aklından hiç gitmiyor, kaygılı zamanlarında bir çağrışımla bu anı hatırlıyor. Tanık olduğu anın ardından babasının bir darbesiyle kulağının yırtılması ise böyle anlarda sürekli kulağını kaşımasına neden olacak bir olay haline geliyor. Babasının kadınların bacaklarından hoşlanması onda da bir bacak takıntısına yol açıyor. şiddetli bir Oedipus kompleksi içinde, babasıyla zihinsel anlamda hep bir çatışma yaşıyor. C. uyumsuz davranışlarının farkında olsa bile bunları değiştirmeye çalışmıyor.
Birinci bölümün başlarında birinci tekil şahıs anlatıcıyla açılan roman, diğer bölümlerde yerini üçüncü tekil şahsa bırakıyor. Dolayısıyla, ilk kısımda doğrudan C.'nin kendisinden okuduğumuz satırlar daha sonra yaşananlara hakim bir anlatıcı tarafından aktarılmaya başlanıyor. Romanda yalnızca C.'nin değil, Güler ve Ayşe'nin de odağa alınması önemli; böylelikle Ayşe ve Güler'in gözünden de yaşanananlara tanık oluyoruz. Onların duygu ve düşünce dünyalarını genellikle yazdıkları üzerinden görüyoruz. Güler'in B.'ye yazdığı mektuplar ve Ayşe'nin günlüğüne not ettikleri, bu karakterleri de tanımamızı sağlıyor. Aylak Adam'ın ilk satırlarından son anına kadar C.'nin bir arayış içinde olduğunu görüyoruz. "Toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın." diyor C. Hep "o" kişiden, hayatını tamamlayacak bir diğer yarıdan, birbirinin aynısı olan insanlar içinde bambaşka birinden bahsediyor. Güler'in arkadaşı B. ile birbirine benzeyen özellikleri var. Üstelik roman boyunca ikisinin uyumlu olabileceği üstü kapalı bir şekilde sezdiriliyor ama ikili bir araya gelemiyor. Yine de roman, bu denli eğreti, kendini biteviye yalnız hisseden ve geçmişin girdabında bir karakterin olanaksız aşk arayışının romanı gibi.