
Peki ya çocukluğumuzda bir istismara maruz bırakılmışsak kurduğumuz ya da kuracağımız bağlar bundan nasıl etkileniyor? Bu yazımızda, çocukluğunda cinsel istismara maruz bırakılmış bir kişinin kendi çocuğuyla kurduğu ebeveynlik ilişkisine değineceğiz. Üzerine yazması ve konuşması her ne kadar zor bir konu olsa da Yakın İlişkiler ekibi olarak böylesine hassas ve önemli bir konunun kapılı kapılar ardında kalmaması gerektiğini düşündük.
17 yaşından önce yaşanan olumsuz çocukluk deneyimlerinin, potansiyel birer travmatik yaşantıya dönüşmesi oldukça muhtemel görülüyor. Fiziksel, cinsel, duygusal istismar geçmişi ya da ailede madde bağımlısı veya ruhsal bir hastalığı olan en az bir kişinin bulunması, aile içi şiddet, ebeveynlerin boşanmış olması gibi durumlar olumsuz çocukluk deneyimi olarak kabul ediliyor. Yapılan kapsamlı bir çalışma, yetişkinlerin üçte ikisinin çocukluğunda yukarıda bahsedilen olumsuz deneyimlerden en az birini yaşadığını gösteriyor. Çocuklukta yaşanan bu olumsuz deneyimler, duygu durum bozukluğuna yol açarak kişinin yetişkinlik hayatını ciddi ölçüde etkileyebiliyor. Özellikle de travmatik deneyimlere maruz kalan çocuklar, ileride post travmatik stres bozukluğuna bağlı olarak depresyon ile baş etmek durumunda kalabiliyor. Görünüşte oldukça sağlıklı duran ve herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan yetişkinlerde dahi, çocuklukta istismara uğramışlarsa depresyona yatkınlık görülüyor.
Çocukluğunda cinsel istismara maruz bırakılan kadınlar; post travmatik stres bozukluğu, depresyon, anksiyete ve madde kullanımı gibi birçok ruh sağlığı problemi yaşayabiliyor. Yaşanan bu olumsuz deneyim, yetişkinlik döneminde kurulan yakın ilişkileri de ciddi ölçüde etkiliyor. Yapılan birçok çalışma, çocukluğunda cinsel istismara uğramış kişilerin ileride partnerleriyle kurdukları ilişkilerden daha az keyif aldığını, aile içi şiddete maruz kalma olasılıklarının daha yüksek olduğunu ve boşanma oranlarının da daha fazla olduğunu gösteriyor.
Çocukluğunda özellikle de aile içerisinde bir cinsel istismara maruz bırakılan kişiler, sağlıklı bir ebeveyn-çocuk ilişkisinin nasıl olduğunu gözlemleme ve deneyimleme olanağı bulamayabiliyorlar. İyi bir ebeveyn figürüyle büyüme şansı bulamayan bu kişiler, kendilerini ebeveyn olduklarında yetersiz görebiliyorlar. Kendileri de sağlıklı bir ebeveyn modeli olamadıklarında çocuğun gelişimi sekteye uğrayabiliyor.
Bu konu özelinde yapılan araştırmalar, daha çok çocukluğunda cinsel istismara maruz bırakılan kadınlara odaklanıyor. Yani, babaların bu durumdan nasıl etkilendiğini ve çocuğuyla nasıl bir ilişki kurduğunu inceleyen çalışmalar ne yazık ki çok kısıtlı. Ancak literatürde istismara maruz kalan kadınların annelik deneyimleri özelinde birçok çalışma bulunuyor. Annenin çocukluğunda cinsel istismara uğramış olması, ebeveynlikte birtakım zorluklarla karşılaşmasına neden olabiliyor. Yapılan bir çalışma, çocukluğunda bir aile bireyi ya da akrabası tarafından cinsel istismara maruz bırakılan kadınların çocuk sahibi olduklarında, çocuklarının bakımı konusunda eşlerine dahi güven duymakta zorlandıklarını ortaya koyuyor.
Çocukluğunda cinsel istismara maruz bırakılan bir anne, çocuğuna bir otorite kurmamayı tercih edebiliyor. Bu durum, çocukluğunda yetişkin birinin güç kullanarak kendisini mağdur etmesi ve kendisinin de aynı konumda bulunmak istememesi ya da kendisini bir ebeveyn olarak yeterli kontrole sahip değilmiş gibi hissetmesi ile açıklanıyor. Bu da annenin çocuğuyla arasında uygun sınırları çizmek için kendine yeterince güvenmemesi ile sonuçlanabiliyor. Böyle bir deneyime maruz bırakılan kadınlar, "Ben yeterli bir anne miyim?", "Anne olmayı hak ediyor muyum?" gibi sorular üzerine düşünerek kendi yeterliliklerini sorgulamaya daha fazla meyilli oluyorlar.
Öte yandan, çocuklukta cinsel bir istismara maruz bırakılmış olmak, kadınların çocuk gelişimine dair algısını da değiştirebiliyor. Bu kişiler, çocukların normatif cinsel gelişimini algılamakta daha fazla zorlanabiliyorlar. Yapılan bir çalışmada cinsel istismar geçmişine sahip annelerin küçük çocukların oldukça zararsız olan davranışlarını dahi yanlış yorumlayabildikleri görülüyor. Örneğin, 4 yaşındaki bir çocuğu "seksi" ya da "çekici" dans ettiği gerekçesiyle azarlayabiliyorlar; fakat daha büyük çocukların, kendileriyle arasında oldukça yaş farkı bulunan kişilerle flörtleşmesi gibi riskli davranışlarına karşı kayıtsız kalabiliyorlar.
Peki böyle bir deneyime maruz kalmış bir kadın, kendi çocuğu benzer bir deneyim yaşadığında bununla nasıl mücadele ediyor? Çocukluğunda cinsel istismara uğrayan bir kadın, kendi çocuğunun da böyle bir deneyime maruz bırakıldığını öğrendiğinde kendi olumsuz deneyimlerini adeta yeniden yaşayabiliyor. Bu nedenle de kendi deneyimine bağlı olarak geliştirmiş olduğu kendini suçlama, utanç gibi duygularla birlikte çok ciddi bir stres altına girebiliyor. Diğer yandan, bunun tam tersini gösteren çalışmalar da mevcut. Öyle ki, çocukluğunda cinsel istismara maruz bırakılmış kadınlar, çocuğunun da böyle bir deneyime maruz bırakıldığını öğrendiğinde, çocuğuna geçmişinde böyle bir deneyime maruz kalmamış kadınlardan çok daha fazla duygusal destek sağlayabiliyor.
Peki yaşanan bu olumsuz deneyimleri hayat boyu taşımaya mecbur muyuz? Bir başka deyişle, yaşadığımız istismar "kaderimiz" olmak zorunda mı? Daha önce, psikolojik esnekliğin çocuk travmalara etkisi üzerine yazdığımız yazımızda da bu konuya değinmiş ve yaşadığımız olumsuz deneyimlerin aslında kaderimiz olmadığını, bir başka hayatın mümkün olduğunu belirtmiştik.
Çalışmalar, çocuklukta yaşanmış olumsuz deneyimlerin yanında olumlu deneyimlere odaklanmanın travma döngüsünü kırabileceğini gösteriyor. Yakın zamanda yapılmış bir çalışmaya göre, çocukluktaki olumlu deneyimler -kişi çocukluğunda olumsuz bir deneyime maruz bırakılmış olsa bile- yetişkinlikte karşılaşılabilecek ruhsal sağlık sorunlarını %72 oranında azaltabiliyor. Çocukluk çağındaki olumlu deneyimlerin fazlalığı, yetişkinlikte gereksinim duyduğumuz duygusal ve sosyal desteği de 3.5 kat daha fazla alabilmemizi sağlıyor. Yani, olumsuz deneyimleri azaltmaya çalıştığımız gibi, olumlu deneyimlere de bir o kadar odaklanmak ve artırmaya çalışmak aslında alınabilecek en iyi önlem.
Yapılan bir başka çalışma ise çocukluktaki olumlu deneyimlerin adeta birer koruyucu görevi görüp resilience, yani dayanıklılık geliştirmemize yardımcı olduğunu gösteriyor. Öyle ki çocukluğunda 4 ya da daha fazla sayıda olumsuz deneyime maruz kalmış çocuklar, kendilerini güvende hissettiren ve onları koruyan bir yetişkinle büyüdükleri takdirde yetişkinliklerinde daha az ruh sağlığı problemi ile karşı karşıya kalıyorlar.
Çocuklukta cinsel bir istismara maruz bırakılmak, kişisel alanı ihlal ederek kişinin ömür boyu unutamayacağı olumsuz anılara sahip olmasına yol açabiliyor. Yaşanan bu olumsuz deneyim, kişinin sahip olduğu ilişkilerinde sorunlar yaşamasına neden olurken ebeveynlik deneyimini de ciddi ölçüde etkileyebiliyor. Fakat yapılan araştırmalardan da görüyoruz ki sığınabileceğimiz, bize güven veren birinin varlığı, yaşadığımız bu olumsuz deneyim karşısında daha dayanıklı olmamıza yardımcı oluyor. Üstelik, yaşadığımız travmayı sevdiklerimizle sadece paylaşmak bile iyileştirici bir etki gösteriyor.
Yaşadığınız, maruz bırakıldığınız travmayı hiçbir zaman unutamayacak olabilirsiniz. Ancak şunu da unutmayın ki sevdiklerinizden gelen sevgi ve destek sayesinde başka bir hayat kurmak aslında mümkün.